Yusuf Suresi Ekseninde Hayatın Akışını Doğru Okumak
Kederlerimizi ve hüzünlerimizi sevince dönüştüren, hiç beklemediğimiz anlarda bize katından müjdeler bahşeden, düştüğümüz nefis kuyusundan kurtararak insan-ı kâmil makamına yükselten Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun.
Bize insan olmanın yollarını gösteren, ebedi mutluluğa giden yolda rehberlik yapan, kendisi de Ahsen-i takvimin en güzel timsali olan ve her anında bunu yaşayan Efendimiz, Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.s.) ve O’nun insanlık semasının yıldızları hükmündeki Âline ve Ashabına yine sonsuz salât ve selamlar olsun.
Dünya hayatı inişlerle, çıkışlarla doludur. Kimi zaman olabildiğine mutlu ve sevinçliyken, kimi zaman kederden sıkılıp bunaldığımız çok olmuştur. Sanki her köşe başında bir sürpriz bizi beklemektedir. Oysa dikkatlice baktığımızda bizi kedere, üzüntüye boğduğunu zannettiğimiz, yok mu bir çıkış kapısı, diyerek dua dua yalvardığımız nice hadise, yine hiç beklemediğimiz bir şekilde bizim lehimize sonuçlanır. Gönlümüzü daraltan, belimizi büken o hadiselerin artık elemi gitmiş, lezzeti kalmıştır adeta. Aslında bu, insan-ı kâmile ulaşmanın da sırrıdır. Zorluklarla mücadele edemeyen, başına gelenlere sabretme becerisini gösteremeyen insanların, hayatta da başarılı olmalarından bahsedilemez. Zor ve içinden çıkılmaz zannettiğimiz her bir durum, belki de arkasında çok ciddi müjdeler taşımaktadır.
Şu bir gerçektir ki, insan bu dünyaya gününü gün etmek için gönderilmiş bir varlık değildir. O, Allah’ın yarattığı en kıymetli, en değerli ve kerim bir varlık olarak daha önemli vazifeler ve kendisine sunulan kısacık dünya hayatını ebedi saadete dönüştürmek için buradadır. O ibret almak ve kul olmak için buradadır. Ne yazık ki bunu becerebilen insan sayısı da çok fazla değildir. Böyle bir gaye için bizleri yaratan Allah Teâlâ, aynı zamanda “Kâinat Kitabı”nın nasıl okunması gerektiği konusunda da ipuçları verir.
Nitekim Rabbimiz, kıssaların en güzeli olarak buyurduğu ve hüzünlerin, sevinç ve mutluluğa dönüşümünün en güzel örneği olan Yusuf Suresi’nde: “Gökyüzünde ve yeryüzünde nice ayetler vardır. İbretle bakmayıp onların üzerinden geçip giderler, ondan yüz çevirirler.”[1] şeklinde buyurarak, bir yandan göklerin ve yerin yaratılma sebebine işaret etmekte, diğer taraftan da ibret alınsın diye yaratılan bu güzelliklerin, maalesef görmeyi bilemeyen gözler tarafından ihmal edildiğine dikkat çekmektedir.
Gerçekten de Kâinatı okunacak bir kitap kılan yüce Rabbimiz, birçok ayet-i kerimede, yeryüzündeki her şeyin, hatta her hadisenin Allah’ın birer ayeti olduğunu haber vermektedir. Bu açıdan bakıldığında kâinatta gördüğümüz ve karşılaştığımız her şey, aynı zamanda, kişiyi Allah’ın yüce kapısına ulaştıracak vasıtalardır. Bu yüzden Kur’an, kâinatın yaratılışından, insanların imtihanına, peygamberlerin kıssalarından, geçmiş milletlerin yaşantılarına kadar birçok meseleyi haber vererek, onlardan ibretler almamızı ister. Olan biten her şey ancak meselelere hikmet penceresinden bakıldığında hakkı ile anlaşılabilecektir. Nitekim “Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.”[2] Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de yer alan kıssalar da, öylesine anlatılmış hayat hikâyeleri değildir. Her birisinde alınması gereken ciddi dersler ve ibretler vardır. Onlardan biri olan Hz. Yusuf’un kıssası da, belki de çıktığımız şu hayat yolculuğunda, her bakımdan en güzel ibret alabileceğimiz bir kıssadır.
Yusuf Suresi Resûlullah’ın (s.a.s.) amcası Ebû Talib’in ve Hz. Hatice validemizin vefat ettiği, hüzün senesi olarak anılan yılda inmiştir ki boykot yıllarının devamıdır. Sonrasında ise Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Mi’rac ile şereflenmiş ve teselli edilmiştir. İşte tam da böyle sıkıntılı bir dönemde, bunalan Ashab-ı Kiram Efendilerimiz, Resûlullah’a (s.a.s.) gelerek, çektikleri sıkıntıları ve hüzünlerini hafifletecek, onları manen de olsa teselli edecek bir kıssa anlatmasını talep ederler. Bunun üzerine hem en yakınlarını kaybetmiş Hz. Peygamber’i (s.a.s.), hem de boykot ve bin bir işkence ve sıkıntının içinde bunalan Ashabı teselli edici onların acılarını hafifletici mahiyette Yusuf Suresi nazil olmuştur [3].
Hz. Yusuf kıssası, bir kapı kapandıktan sonra bir başkasının açılışının en güzel hikâyesidir aslında. Tam sebepler sükût etti, ümitler yok oldu denilecek bir anda Allah’ın rahmeti olanca güzelliğiyle çıkagelir de, sıkıntıya düşmüş gönüllere bir ferahlık lutfeder. İlginçtir ki, Hüzün yılında nazil olan bu sureye isim olan Yusuf da, ‘hüzün’ anlamına gelmektedir. [4] Hatta kıssa neredeyse baştan sona hep hüzün ve gözyaşı yüklüdür. Kıssaya bir ıstırap ve çilenin sindiği, satır aralarından birilerinin inleme ve ah çekişlerini duyar gibi olursunuz. Hz. Yusuf kuyuda, zindanda ve hayatının büyük bir kısmında ailesinin hasretiyle, Hz. Yakup oğlu Yusuf ’un hasretiyle, kardeşleri babalarının kendilerini sevmediği düşüncesiyle ıstırap çekerken, Züleyha da, Yusuf’un aşkıyla hep ağlar ve ıstırap çeker. [5] Fakat Sure’de asıl vurgulanan Hakk’ın kazasına rıza göstererek, sabırsızlık gösterip de yanlış yollara tevessül etmeksizin çekilen çilenin sonunda vuslat ve mutluluk olduğudur. Bu sebeple kıssanın satır aralarını çok iyi okumak, karşılaşacağımız her türlü olumsuzluk karşısında bizler için manevi bir terapi olacak ve şu kısacık hayatımızı mutluluğa dönüştürmenin formüllerini gösterecektir aslında.
Surede ilk olarak kardeşler arası husumete ve sır saklamanın önemine dikkat çekilir. Sırlar önemlidir. Bazen insan içinde tutamadığı şeylerden de sıkıntı çekebilir. Etrafımızdaki insanların duygularını açıkça bilemediğimiz için, haset damarlarını da neyin kabartacağını bilemeyiz. Hiç beklemediğimiz bir anda, hiç beklemediğimiz ithamlarla karşılaşabiliriz. Bu bazen kendi öz kardeşlerimiz bile olabilir. Öyle ki, bu insanlar sizin en yakınınız olsa bile size zarar verme yoluna gidebilirler. En azından sizi etkisiz hale getirmeye çalışırlar ki, Hz. Yusuf’un kardeşleri de O’na duydukları kıskançlık duygusuna gem vuramayıp, şeytanın oyununa gelerek, ona tuzak kurmuşlardır. Öyle ki küçük Yusuf’u kandırmak ve onun gönlünü hoş tutmak için önce küçük ikramlarda bile bulundular.[6] Oysa niyetleri çok farklıdır.
Çünkü onlar gerçeği görebilme yeteneklerini kaybetmiş hale gelmişlerdir. Yüreklerindeki kıskançlığın baskısı altında o an tüyler ürpertici eylemleri bile normalmiş gibi görüyorlar. Kendi kardeşleri durumundaki birinin canına, kendini savunmaktan aciz masum bir çocuğun canına kıymak gibi iğrenç bir eylem bile, onlara son derece basit görünebiliyor. Peygamber olmasalar da en azından peygamber çocukları olmalarına karşın yine de bu eylemi son derece sıradan bir iş biçiminde düşünebiliyorlar.[7]
Hemen peşi sıra gelen ikaz, duygularımıza, düşüncelerimizedir, ağzımızdan çıkan sözlerimizedir. Rabbimiz bizden hep güzel düşünmemizi, aklımıza hep iyi şeyler getirmemizi ve makul şeyler konuşmamızı nasihat etmektedir adeta o güzel kullarının üzerinden. İbn Ömer’den gelen bir rivayette: “Söylediğiniz sözlerle insanlara yalan söyleme fırsatı vermeyin, yoksa yalan söylerler. Çünkü Yakub’un evlatları, kurdun insanı yiyebileceğini bilmiyorlardı. O, “Ben onu kurt yer diye korkuyorum” diyerek fırsat verince onlar da “Onu kurt yedi” dediler.”[8] buyuran Efendiler Efendisi (s.a.s.), söylenen bir sözün sonunun nerelere varacağına işaret etmektedir açıkça.
Bir babanın karşılaşacağı en büyük imtihandır çocuğunu kaybetmek, hele buna bir de kendi oğulları sebep olmuşsa. Fakat dimdik durur Hz. Yakub hasretten içi yansa bile. Yusuf’un gömleğini kana bulayan fakat yırtmayı akıl edemeyen çocuklarına karşı sadece: “Ne zamandır bu kurt böyle yumuşak huylu oldu? Yusuf’u yemiş de gömleğini yırtmamış!”[9] der ve şunu ilave eder: “Nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevk etmiş. Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklarınız karşısında, Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!”[10] Musibetle karşılaşana gereken en güzel tavır, sabr-ı cemildir ki, bunu en güzel şekliyle Hz. Yakub’un şahsında görmek mümkündür.
Kuyuya atılan Yusuf yalnızdır ama çaresiz değildir. O güzel ahlak sahibi bir peygamber evladıdır, aldığı terbiye gereği Allah’a isyan etmez ve şu dualarla Rabbine sığınır: “Ey gâib olmayan şâhid! Ey uzak olmayan yakın! Ey mağlûb olmayan gâlip! Şu içinde bulunduğum durumdan kurtulup çıkmamı nasip eyle! /Beni bu içinde bulunduğum durumdan kurtar.”[11] “Allah’ım, ey bütün sıkıntıları gideren, ey bütün duâlara icâbet eden, ey bütün kırıkları saran, ey bütün zorlukları kolaylaştıran, ey bütün gariplerin sahibi, ey her garibin sahibi, ey kendisinden başka ilah bulunmayan, Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Senden bir çıkış ve kurtuluş yolu niyaz ediyorum. Sevgini kalbime öyle yerleştir ki hiç bir tasam kalmasın, senden başkasını anmayayım. Beni korumanı ve bana acımanı niyaz ediyorum, ey merhametlilerin en merhametlisi!”[12]
Neticede Allah Teâlâ lutfuyla onu kuyudan çıkaracak vesileler yaratmış, yolunu Mısır’a düşürmüş, yetmemiş Mısır’da oldukça nüfuz sahibi aristokrat bir ailenin himayesini nasip etmiştir. Hz. Yusuf bu yuvada serpilir, büyür, hem yüzü hem ahlakı güzel bir genç haline gelir. Her şey çok güzel giderken bambaşka bir imtihanla sarsılır. İçinde bulunduğu ortamdan kaynaklanan sapıklıklar ve günahlar arasında, yolunu şaşırıp kaybedebilme tehlikesiyle burun buruna gelme sınavıdır bu! Bu tür sahnelere artık bağışıklık kazanmış, sürekli lüksün ve fuhşiyatın içinde yüzen bir çevredir bu. Yusuf, -yoldan çıkma noktasında en tehlikeli dönem olan- ergenlik çağını, delikanlılığının en ateşli yıllarını söz konusu çevrenin içinde geçirmiştir. Ama bu uzun sınav döneminde Hz. Yusuf direnmesini, olumsuzluklardan, tahriklerden, taşkınlıklardan kendisini koruyabilmesini bilmiştir.[13]
Nitekim böyle bir ortamda hanımının kendisine sunduğu uygun olmayan teklifi[14], Allah'ın ergenlik ve sorumluluk çağına girenleri yasaklardan kaçınmakla yükümlü kıldığını düşünerek, içinde uyanan isteği bastırarak kontrol altına almıştır. Onu Allah katında, çekinme noktasında, övülen bir insan yapan da budur aslında. Zira direncin ve sabrın büyüklüğü, belanın ve sınavın büyüklüğü ve şiddetiyle doğru orantılıdır.[15] Buna rağmen toplumda en çok kınanan, ayıplanan zina suçuyla suçlanmış, öylesine güzel ahlaklı bir insana iftira atılmıştır.
O gerçekten de Allah’ın rızasını her şeyden önde tutan samimi bir mümindir ve suçsuz olmasına rağmen “Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.”[16] diyerek zindanı seçer. Böylesine büyük bir iftira karşısında toplumun ileri gelenlerinin karşısında dimdik ayakta durmak kolay bir iş değildir. Nitekim Hz. Peygamber de (s.a.s) kendisine “En üstün insan kimdir?” diye sorulduğunda, “Günahtan en çok sakınandır”, kişi olarak belirtmesi istenildiğinde ise, “Günahtan en çok sakınan Allah’ın peygamberi Yusuf’tur” buyurarak O’nun metanetine dikkat çekmiştir.[17] Ayrıca Allah’ın ahirette himayesi altına alacağı, Arş’ın gölgesi altında gölgelenecek gruplar sayılırken, Hz. Yusuf ve onun gibi nefsine gem vurabilen gençlerin özellikle zikredilmesi, meselenin önemine dikkat çekmektedir.[18]
Şer gibi görünen zindan hayatı onun için rahmet olmuş, tevekkül ve hakka itimat sonucunda adeta bir eğitim merkezine dönüşmüştür. Tebliğ vazifesini ağırlıklı olarak burada yaptığı görülmektedir. O güzel ahlakı ile orada da insanlara rehberlik yapar ve birçok insanın kurtuluşuna vesile olur.[19] Fakat zindan hayatı uzadıkça uzar, bir vesile ile kendisinden önce hapisten çıkan arkadaşına kendisi için ricada bulunur. Burada da ayrı bir imtihan onu bekler. Cenab-ı Hak sevgili kulunun üzerinden insanlığa bir nasihatte bulanacaktır. Çünkü meseleleri öncelikle Allah’a havale etmez iseniz, Allah, o konuyla ilgili sizin üzerinizden himmetini kesebilir. Nitekim zindanda iken, padişaha söylemesi için ricada bulunduğu arkadaşı, şeytanın vesilesi ile padişaha söylemeyi unutur gider.[20] Hadiseleri en güzel okuyup yorumlayan Resul-i Zişan Efendimiz de buna işaret olarak: “Kurtuluşu Allah’tan başkasında arayarak söylediği, “Efendinin yanında beni an!” sözü olmasaydı Yusuf, hapiste daha fazla kalmazdı.” buyurmuştur.[21]
Hz. Yusuf, zindandan çıkması hususunda ricada bulunduğu arkadaşı, bu ricasını unuttuğu halde kırmayarak, isteği üzerine hükümdarın rüyasını tabir eder. Bu öylesine büyük bir nezakettir ki, Efendimiz bunu şu sözlerle dile getirmiştir: “Kardeşim Yusuf’un sabrına ve keremine hayret ettim. Allah onu bağışlasın, kendisine rüya hakkındaki yorum sorulduğunda cevapladı. Ben olsaydım çıkıncaya kadar yorumlamazdım. Yine onun sabrına ve keremine hayret ettim. Allah onu bağışlasın, hapisten çıkması için geldiklerinde o, onlara hapse atılma gerekçesini haber verinceye kadar çıkmadı. Ben olsaydım çıkmak için hemen kapıya yönelirdim.”[22]
O öylesine bir sabır ve iffet kahramanıdır ki, hükümdarın rüyasını te’vil etmesine bedel hapisten çıkarılmak isteyince bile, masumiyet ve haklılık duygusundan ödün vermeyerek temsil ettiği hak davanın izzetini korur. Kendisini hapisten çıkarmak istediklerinde, toplum nezdinde aklanmadan çıkmayı kabul etmeyen Hz. Yusuf, gerçeğin açığa çıkması talebinde bulunmuştur.[23] Böylece suçsuzluğunun ve masumluğunun ispatını istemiştir. Bu sebeple yapılan teklife “Doğrusu, ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevk eder.”[24] cevabıyla karşılık verir ve aklanmayı talep eder. “Ben nefsimi temize çıkarmam.” Sözüyle aynı zamanda egosunu yerle bir eder ve nefis terbiyesinin ne kadar mühim olduğunu nazara verir. O başındaki sıkıntıyı en güzel biçimde çözmek için itidalli davranıp sabrederek ulvî bir ahlâkı gaye edinir.[25] Onun bu talebi Resulullah Efendimizi (s.a.s) o denli etkilemiştir ki “Ben olsaydım hemen kabul eder, aklanmaya gerekçe aramazdım”[26] beyanıyla Hz. Yusuf’un sabrına olan hayranlığını dile getirmiştir.
Bütün çekilen bu sıkıntıların ötesinde Hz. Yusuf, “Beni ülkenin hazine işlerinden sorumlu bakan olarak görevlendir. Çünkü ben malları iyi korur, işletme ve yönetimi iyi bilirim”[27] dediğinde hükümdar bu teklifi tereddütsüz kabul etmiştir. Çünkü o güzel ahlakın, dürüstlüğün yaşayan, canlı bir örneğidir. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in “O Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahim’in oğlu İshak’ın oğlu Yakub’un oğlu”[28] beyanıyla övgüde bulunduğu bu güzel insana, güvenilirliği, sabrı ve iffeti karşılığında böylesine yüce bir makamı bahşetmiştir.
Öte taraftan, sevdiği Yusuf’unun yanında Bünyamin’i de kaybetme tehlikesi geçiren Hz. Yakub’un sabrı, teslimiyeti de ayrı bir nasihattir. Gam ve kederini sadece Allah’a arz etmesi ve Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesini tavsiye etmesi ve her bilenin üstünde mutlaka daha iyi bilen birinin olacağına vurgu yapması,[29] her tür olumsuzluk karşısında takınılacak Müslümanca duruşu göstermesi açısından oldukça dikkate değerdir.
Bütün bu sıkıntıların ve hasretlerin sonunda Hz. Yusuf’un kardeşlerini affetmesi ve “Bugün size kınamak yok” [30] hitabı ile onları karşılaması, toplumsal ilişkiler açısından ciddi bir şekilde üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu haliyle o, kırılsan da, üzülsen de, af yolunu tercih et, bağışlayıcı ol, mesajları vermektedir. Belki de kıssanın en göz alıcı noktalarından biri de budur. Hz Yusuf, kendisini kuyuya atan kardeşlerine her türlü cezayı verebilecek bir mevkide iken, yüce karakteri sayesinde, onları affetmiş, üstelik onlara elinden gelen her iyiliği yapmıştır.
Bunun bir benzerini Sevgili Peygamberimiz’in hayatında da görüyoruz. Mekke’yi fetheden Hz. Peygamber (s.a.s.), insanlar akıbetleri hususunda telaş ve korku içinde, merakla bekleşirken onlara sorar: “Benden ne bekliyorsunuz?” Onlar da “Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim bir insansın” derler. Bu, tam da yıllar önce Efendimizin Hz. Yusuf için kullandığı ifadedir. Dolayısıyla Efendimiz de (s.a.s.) onlara, Hz. Yusuf’un kardeşleriyle karşılaştığı zaman söylediğinin aynısını söyler: “Bugün size hiçbir kınama yok”[31] Şüphesiz her ikisi de, güçlü iken affetmeyi bilmenin olumlu neticelerini elde etmiş, geçmişin azılı düşmanlarının, bu iyilik sayesinde samimi dostlar haline geldiğini görmüştür. Hz. Yusuf nasıl kendisini kuyuya atan kardeşlerini affetmişse, O da kendisini yurdundan, yuvasından çıkaran Mekkeli kardeşlerini affetmiş ve bizlere de affetmeyi öğretmiştir.
Görüldüğü üzere ‘Kıssaların en güzeli’ olarak adlandırılan Yusuf suresi, bütünüyle bize hayatın gaileleri nasıl mücadele etmemiz hususunda ipuçları vermektedir. O’nun kardeşleri, nasıl iyilik adı altında onu yok etme yoluna gitmişler ve buldukları kör kuyuya atmışlarsa, bizler de bugün farkında olmadan, tahmin edemeyeceğimiz şekilde dipsiz kuyulara çekilmekteyiz. Reklamlar, tüketim, fuhuş, kötü arkadaşlıklar, hepsi bizim iyiliğimiz üzerine kurgulanmış, fakat farkında olmadan her biri kendi tuzağına mahkûm ediyor bizi. Ne çok kuyular var oysa itildiğimiz ve ne çok kardeşler var kardeşinin kötülüğünü isteyen, nice aileler var yıkılan.
Her köşe başında bizi bekleyen ve nefsimizi kendine ram etmeye çalışan türlü türlü Züleyhaların olduğu da bir gerçektir. Acaba biz de bu arzulara karşı sırtımızı dönebiliyor muyuz yoksa önümüz mü dönük onlara? Bu yönüyle Hz. Yusuf’un hayatı ilahi aşka varan yolu da göstermekte, nefse hâkim olabilmenin kazandırdığı güzellikleri, en güzel şekilde gözler önüne sermektedir. Özellikle iffet ve hayânın giderek yok olduğu zamanımızda, günümüz gençlerinin Hz. Yusuf’un iffet ve hayâsından alacağı çok ibretler vardır. Bunun yanında bir babanın sabır ve tevekkülü, hata yapan kardeşlerin duyduğu pişmanlıklar, herkesin kendince alabileceği dersler içermektedir.
Mü’min, hayrın da şerrin de Allahü Teâlâ’dan imtihan için gönderildiğini bilen insandır. Rabb’ini ne nimette, ne de külfette asla itham etmez. O, “Kahrın da hoş, lütfun da hoş!” diyebilen geniş gönüllü insanların iklimine dâhildir. Onun, bu gibi olaylarda Allah’a karşı teslimiyeti daha da artar, her durumda Allah’a şükretmenin huzur ve mutluluğunu yaşar. Ümitvâr olmak mü’minin en önemli vasfıdır. Görüldüğü üzere, kıssada da, başlangıçta bütün olaylar düğümlenmiş gibidir. Her şey bir muammadır. Fakat hiç çözülmeyecekmiş gibi görünen bu düğümler zamanı geldiğinde öyle kolaylıkla çözülür ki insan aklı şaşar kalır. Nitekim bizim hiç çözülmeyecek gözüyle baktığımız nice olay da beklenilenin aksine en güzel şekilde sonuçlanmıştır. Yeter ki sabır olsun, yeter ki tevekkül ve gayret olsun. Allah kendine yönelen, güvenen ve tevekkül eden kulunu temize çıkarır. Rabb’imiz, Hz. Yakub’un diliyle “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” buyurmaktadır. Rahmet, ahiretteki af ve mağfireti kapsadığı gibi, dünya sıkıntılarından kurtuluşu da ifade etmektedir. Kişi, imanı ölçüsünde Allah’tan umut eder, hiçbir konuda üzüntüye, ye’se ve ümitsizliğe düşmez.
Dolayısıyla Yusuf kıssasında herkes kendini bulur. Yani aslında onu okurken biz kendimizi okuruz. Anlatılan öylesine bizdendir ki, anlatılan tarih olmaktan çıkar. Adeta sağımızda, solumuzda, evimizde, okulumuzda, işyerimizde karşılaştığımız insanlardır onlar. Kimi Yusuf’ta bulur kendini, kimimiz Yakup’ta, kimimiz Züleyha’da, kimimiz de O’nun kardeşlerinde. Yaşananlar bizim hayatımızın tam merkezinde neredeyse her gün karşılaştığımız hadislerdir. Yani bir bakıma toplumsal bir ayna tutar bizlere. O yüzden bizdendir ve alacağımız çok ibretler vardır eğer doğru okumasını bilebilirsek. Sonuçta Hz. Yusuf nasıl bu sabrı ve hoşgörüsüyle otuz yaşında Mısır’a sultan olduysa ve sonsuz saadete kavuştuysa bizler de kin ve nefretten uzak kalarak hoşgörüyle hem dünya hem de ahirette mutluluğa ulaşabiliriz.
Kıssanın son kısmında Hz. Yusuf'un yaptığı dua ise, onun imanının ve Allah korkusunun bir diğer ifadesidir. Allah’ın seçtiği bir peygamber olmasına rağmen, Müslüman olarak ölebilmeyi ve salihlerin arasına girmeyi istemektedir. Allah’tan samimi bir şekilde korkmakta ve O’na ihtiyaç içinde dua etmektedir. Bu dua tüm müminlerin örnek alması gereken üstün bir ahlakın sonucudur. Olayları doğru okuyabilmek, gereken dersleri ve ibretleri çıkarabilmek ve nefis kuyusundan çıkarak, kulluk saltanatına ulaşabilmek adına, güzel insan, güzel peygamber Hz. Yusuf’un duası[32] ile bitirelim:
“Ya Rabbî! Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, âhirette de mevlamız, yardımcımız Sensin. Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımızı al ve bizi hayırlı ve dürüst insanlar arasına dâhil eyle!”
Ayşegül Eskikurt
Kaynaklar:
[1] Yusuf, 105
[2] Bakara, 216
[3] Taberî, Câmiu’l-beyân, 1995, XII, 196
[4] Kurtubî, El-Câmi’ li Ahkami’l-Kur’ân, Beyrut, 1995, IX, 107; Âlusî, Ruhu’l-Meânî, Beyrut 1997, XII, 266.
[5] Ekin, Yunus, Kur'ân Anlatımındaki Edebi İ'caz (Yusuf Kıssasındaki Simetrik Yapı)
[6] Taberi, Tarih, 1/201.
[7] Kutub, Fi Zılal,
[8] Deylemi, Firdevsü’l-Ahbar, 5/20; Hadislerle İslam, 6/54
[9] Razi, Yusuf, 18
[10] Yusuf, 18
[11] Razi, Yusuf, 15; Alusi, Yusuf, 15.
[12] Kurtubi, Yusuf, 15
[13] Fi Zılal
[14] Yusuf, 23
[15] Zemahşeri, Keşşaf,
[16] Yusuf, 33
[17] Buhari, Menakıb, 1
[18] Tirmizi, Zühd, 53
[19] Yusuf, 33
[20] Yusuf, 42
[21] Taberani, el- Mu’cemu’l-Kebir, 10/199
[22] Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 10/199
[23] Yusuf, 50
[24] Yusuf, 53
[25] Kur'an'a Psikoloji ile Bakmak, Hz. Yusuf ve Hz. Musa Kıssaları Örneği- Mehmet Atalay;
http://www.zaman.com.tr/yenibahar_peygamber-kissalarina-psikolojik-bakis_2193766.html
[26] Ahmed b. Hanbel, Muvatta, 2/346.
[27] Yusuf, 55
[28] Buhari, Enbiya, 19
[29] Yusuf, 83-87
[30] Yusuf, 88-93
[31] Yusuf, 92
[32] Yusuf, 101
Yorumlar
Yorum Gönder