A'râftasın..

Hayal et kendini.. A'râftasın...
Gitmekle kalmak.. vazgeçmekle yapmak.. susmakla konuşmak arasında.. cam kırıkları gibidir elinde tutmaya çalıştıkların.... 

A'raftasın... sanki bir uçurumun yamacında..
Bir çizgi kadar uzak.. bir çizgi kadar yakın.. 

Bir İlahi el.. bir ilahi nefha bekliyorsun.. ilk adımı atabilmek için.. küçük bebekler misali.. yeter ki hakikat olsun yaptığın.. ama isterse yutsun Yusuf gibi dipsiz bir kör kuyu .. isterse düşsün bedenin uçurumdan aşağı.. yeter ki seçtiğin hakikat olsun...

A'raf'tasın.. bir uçurumun yamacında.. gitmekle kalmanın arasında.. 

Herkes bir A'raf yaşar hayatında.. ama asıl A'raf ne güzel de anlatılır vahyin diliyle.. Tam iki zıt kutubun ortasında.. Bir yan sevinç ve mutluluk dolu iken, diğer taraf acı, pişmanlık ve keder yüklüdür. Ve sen sadece izlersin... 

Okuyalım birlikte...

34- Her ümmet için belirlenmiş bir müddet vardır. Vâdeleri gelince ne bir an geri bırakabilir, ne de bir an öne alabilirler.

35- Ey Âdem'in evlatları! Size her ne zaman içinizden Benim âyetlerimi beyan edip açıklayan resuller gelir de, kim onlara karşı çıkmaktan sakınır, nefsini islah ederse artık onlara hiç bir korku yoktur, onlar asla üzülmezler de.

36 - Âyetlerimizi yalan sayanlar ve onları kabule tenezzül etmeyenler ise, işte onlar cehennemliktirler. Hem de orada ebedî kalacaklardır.

37 - İftira ederek, Allah'ın söylemediği bir sözü O'na mal eden, yahut Allah'ın âyetlerini yalan sayan kimseden daha zalim biri olabilir mi?

Kaderden nasipleri ne ise, onlara erişecektir. Nihayet elçilerimiz (ölüm melekleri) gelip canlarını alırken: "Hani nerede o Allah'tan başka taptıklarınız?" dediklerinde "Onlar bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular." derler. Böylece kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik ederler.

38- Hak Teâlâ: “Girin bakalım sizden önce gelip geçen cin ve insan topluluklarıyla beraber ateşe!" buyurur.

Her ümmet oraya girdikçe, yoldaşına lânet eder.

Nihayet hepsi birbiri ardından gelip orada bir araya gelince, sonrakiler öndekileri göstererek:

"Ey Rabbimiz, derler. İşte şunlar bizi saptırdılar, onun için onlara iki kat ateş azabı çektir."

O da: "Her birinize iki misli azap var, lâkin siz bunu bilmiyorsunuz!" buyurur.

39 - Bu sefer öndekiler de sonrakilere derler ki: "Gördünüz ya, sizin bize karşı bir ayrıcalığınız olmadı, artık kendi işlediklerinizin cezası olarak tadın azabı!"

40 – Âyetlerimizi yalan sayanlara ve onları kabule tenezzül etmeyenlere gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar da cennete giremeyeceklerdir.

İşte Biz, suçlu kâfirleri böyle cezalandırırız. 

41 - Onlara cehennem ateşinden bir döşek ve üzerlerinde de yine ateşten örtüler var. İşte Biz zalimleri böyle cezalandırırız!

42 - İman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise -ki hiç kimseye Biz gücünün yetmeyeceği yük yüklemeyiz- cennetlik olup, orada ebedi kalacaklardır.

43 - Öyle bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini söküp çıkarırız, önlerinden ırmaklar akar.

"Hamdolsun bizi bu cennete eriştiren Allah'a!

Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı, biz kendiliğimizden yol bulamazdık.

Rabbimizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha kesinlikle anlaşılmıştır.” derler.

Kendilerine de: "İşte güzel işlerinize karşılık, karşınızda duran şu muhteşem cennete vâris kılındınız, buyurun!" diye nida edilir.

(Burada Cennetliklerin başarıyı kendilerinden değil, Allah'ın lütfundan bilerek hamdetmelerinden sonra, Allah tarafından, onların bu başarılarına dünyadaki güzel davranışlarının vesile olduğunun bildirilmesinde hoş bir durum vardır. Böylece hem kulluk âdabı öğretiliyor, hem de Allah'ın, az ameli büyük bir takdir ve teşekkürle karşılamasındaki ilahî lütfu tecelli ediyor. Şu halde insan çalışmalı, fakat işlerine güvenmeyip daima ilahî hidâyete sığınmalıdır. Amel cennete girmeye sebep olur, fakat ancak Allah'ın yardımı ile!

Âyetteki vâris kılınma kavramını, Peygamberimiz (a.s.m) şu hadisle açıklamıştır:

"Cehenneme girenlerin her biri, iman etmiş olması halinde, cennette kendisine ayrılan konağı görecek ve diyecek ki: “Keşke Allah bizi hidâyet etseydi!” Böylece bu görmeleri onlar için pişmanlık olur. Cennete girenlerden her biri de iman etmemiş olması halinde cehennemde varacağı yeri görüp diyecek ki: “Allah bizi hidâyet etmemiş olsaydı halimiz ne olurdu! İşte bu da onların şükürleri olur.")

44-45 - Cennetlikler cehennemliklere: "Biz, Rabbimizin bize vâd ettiği şeylerin gerçek oldu ğunu gördük; siz de Rabbinizin size vâd ettiklerinin gerçekleştiğini gördünüz mü?” deyince onlar: "Evet" diye cevap verirler.

Derken bir görevli aralarında: “Allah'ın lâneti o zalimlere olsun ki onlar insanları Allah yolun dan uzaklaştırır, onu eğri büğrü göstermek isterlerdi ve onlar âhireti de inkâr ederlerdi." diye nida eder.

46 – İki taraf arasında bir perde, A'râf üzerinde de cennetlik ve cehennemliklerin her birini simalarından tanıyacak kimseler vardır ki onlar, henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi şiddetle arzular olarak cennetliklere “Selamün aleyküm.” diye seslenirler.

(A'râf: Arf'in çoğuludur. Yüksekçe olan her şeye arf denilir. Meşhur görüşe göre A'râf, cennet ile cehennem arasındaki sûrun yüksek tepe leri, demektir.

Hasan el-Basrî demiştir ki: A'râf, marifet kelimesinden olup cennetliklerle cehennemlikleri simalarından tanıyan kimseler demektir.

Hasılı A'râf hakkında iki görüş vardır: Birincisi Ebû Huzeyfe ve diğer bazı zevattan rivâyet edildiği üzere bunlar, amelde kusur etmiş ve mizanda iyilikleri ile kötülükleri eşit gelmiş, Allah'ı bir tanıyan kimselerdir ki cennet ile cehennem arasında bir süre kalırlar. Sonra Hak Teâlâ, hak larında bir hüküm verir.

İkincisi: Bunlar peygamberler(a.s.), şehitler, hayırlılar, âlimler gibi yüksek dereceli zatlardır.

Âyetin sonundaki lem yedhulûhâ (henüz cennete girmemiş olanlar) birinci görüşe göre, A'râf ehlini tavsif eder: Yani cennetlikler cennete girmiş, bunlar girmemişler dir. Fakat arzu ve ümid ederler. Onlara özenirler de "Selâm ve selâmet size!” derler.

İkinciye göre ise, o sırada cennet ehlinin halidir. Yani henüz cennete girmemiş ve girmek ümidinde bulunmuş oldukları sıradadır ki A'râf ehli, onları selâmete ereceklerine dair müjdelerler.)

47- Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiğinde: "Aman ya Rabbenâ, aman bizleri o zalimlerle beraber eyleme!" derler.

48-49 - A'râf ashabı, simalarından tanıdıkları bir kısım kimselere seslenip:

“Gördünüz ya, ne topladığınız mallarınızın, ne onca taraftarlarınızın, ne de büyüklük taslamalarınızın ve o çalımlarınızın size hiç bir faydası olmadı!"

O cennetlikleri göstererek “Sahi, şunlar “Allah, bunları asla lütfuna nail etmez.” diye yeminler edip hor gördüğünüz kimseler değil miydi?

İşte onların ne yüce mevkide olduklarını şimdi anladınız değil mi? derler ve sonra o cennetliklere dönerek:

"Buyurun girin cennete, derler, size korku ve endişe olmadığı gibi, siz asla üzüntü de görmeyeceksiniz."

50 - Cehennemlikler cennetliklere:
“Ne olur, lütfen suyunuzdan, Allah'ın size nasib ettiği nimetlerden biraz da bize gönderin!" diye seslenirler.

Onlar da: “Allah bunları kâfirlere haram etmiştir, bunlar kâfirlere yasaktır." diye cevap verirler. 

51 - O kâfirlere ki onlar dinlerini oyun ve eğ lence konusu haline getirmişlerdi; dünya hayatı kendilerini aldatmıştı.

İşte onlar, kendilerinin en önemli günü olan bu günkü karşılaşmayı unuttular ve âyetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi, Biz de bugün onları unutup kendi hallerine terk edeceğiz.

***

A'râf Sûresi 7. sûredir. 206 âyettir. 48. âyette geçen kelime, sûreye adını vermiştir.

A'râf arada, cennet ile cehennem arasında çekilen sur anlamına gelir.
 
Medeni surelerin peşinden gelen iki  Mekki sure (En’am ve A'râf), etkileyici üslûp, ses ve ihtiva ile hemen kendilerini gösterir.
Önceki En'âm sûresi tevhid ve akaid konularını ayrıntılı olarak ele alırken, A'râf sûresi de tevhid tarihini Hz. Âdem (a.s.)'dan itibaren Nuh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb, Mûsa (aleyhimüssselâm) dönemleriyle anlatır. Böylece bu iki sûre birbirini tamamlarlar. Ayrıca kıyamet ve âhiret hallerine yer verilir.

Son kısımda ise, dine inanmanın ve tevhid inancının, vahyin doğruluğunun insan fıtratında ne kadar kök saldığı, şirk çeşitlerinin, sahte tanrıların, ilahların insanlığı asla tatmin edemeyeceği, insanlığın Kur'ân'ı dinleyip Allah'a dönmeleri gerektiği vurgulanır. Ve bu güzel sûrenin kapanışı secde ayeti ile gerçekleşir. 

Ne güzel bir giriş, ne güzel bilgiler ve ne güzel bir kapanış.. 

İnsan sûreyi okurken halden hale girer, heyecana kapılır, bir yandan Hz Adem ile Şeytan arasındaki mücadeleyi ve onun başkaldırısını izlerken, diğer yandan A'râftaki konuşmalara şahit olur. Tevhid mücadelesi veren nice güzel insan gözünün önünde seyran eder.

Bütün bunların ötesinde, ne kadar aciz olduğunu farkederek, Rabbinin şefkatini, rahmetini hisseder ve sonsuz mükâfatı için sevinir, heveslenir. En sonunda da Hamd ve şükür duyguları içinde O'na secde eder.
Ayşegül Eskikurt

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

En Güzel Mevsim

Mükâfat Beklentisi

Bir Veda.. Bir Muhasebe..