İÇİNDEKİ İSMAİL’İ FEDA ETMEK
Beklemek, dört gözle, iki dudak arasından çıkacak müjdeyi bekler gibi, hürriyetine kavuşmayı bekler gibi, evladına kavuşmayı bekler gibi, affedilmeyi beklemek. Ebedi Rahmete ve rızaya erenlerden olabilmeyi hayal etmek. Küçük bir çocuğun, eline tutuşturulan şeker için bayram edebilen minik kalbi gibi, bayram edebilmek, sevinebilmek. O mutluluğa erebilmek, bayramı bayram yapan bu beklenti ve sevinç aslında.
İnsanın Rabbi’nden en büyük dileğidir, Dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmek. Hangimiz istemez, imtihanı geçenlerden olmayı, amel defterini sağından almayı ve sonunda da Rabbin rızasına ulaşmayı. Rüyasını bile görsek çocuklar gibi uçarız mutluluktan. İşte bayram bunu hissedebilmek, Rahmeti fark edebilmek rıza ümidiyle yanıp tutuşmaktır inanan kullar için.
Belki de bu sebeple bayramlar, insanın içini Rabbine döktüğü günler olmalıdır aslında. İnandığı, bağlandığı Rabbine karşı bir hesap verme günü, Rabbin huzurunda ne kadar kıymetli, ne kadar değerli olduğunu anlama günü. Ve umut etmek, ne olursa olsun affedeceği umuduyla kapısına gitmektir bir bakıma.
Cenab-ı Hak iki bayramla bizleri bu dünyada mutlu kılmış, ama kulun isteği rızaya erişmedeki bayram sevincidir.
Kurban Bayramı, Hz. İbrahim'in fedakârlığıyla açılmış bir kapının adıdır. Kur’an’da Halim peygamber olarak tanıtılan Hz. İbrahim’in belki de en büyük imtihanıdır bu. Bir peygamberden çok bir babadır orada Hz. İbrahim ve hayattaki değerli varlığı ile imtihan olunmaktadır, hem de bizzat kendi eliyle onun canını almaktır istenen:
“Biz de ona aklı başında, yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Çocuk büyüyüp yanında koşacak çağa erişince bir gün ona: “Evladım, dedi, ben rüyamda seni kurban etmeye giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!”
Oğlu: “Babacığım!" dedi, "hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!”.
Her ikisi de Allah’ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!" (Saffat, 101-105)
Baba yüreği kabullenmek istemez, bir de can paresi oğluyla konuşmak ister, o ne diyecek, bu işe diye. Halim babanın halim oğludur İsmail. Tam bir teslimiyet ve itaatle cevap verir babasına. Babası biricik oğlundan, oğlu ise kendi öz canından vazgeçer. Çünkü Allah’a teslimiyet her şeyden daha önemlidir. Fakat kendisine böylesine teslim olan o güzel kullarını en güzel şekilde ödüllendirir.
Sevileni kurban etmek zordur. Nefsin hoşuna gideni. İsmail değerliydi Hz. İbrahim için, tek evlada sahip bir baba için. Onun kılına zarar gelsin istemezdi. Ama bu bir imtihandı ve Cenab-ı Hak sevdiği ve değer verdiği her şeyden sıyrılarak, benliğinden vazgeçerek kendisine yönelmesini istemişti kulunun.
Kurban etmek kadar kurban edilmek te zordur. Hz. İsmail de nefsiyle, kendi öz canıyla, itaatiyle imtihan olmuştu. Allah yolunda bir nefeslik canının feda edebilecek kadar kendini Rabbine adamak kolay bir iş değildi.
Nitekim emek verilen her şey kıymetlidir. Bir evlat annesinin kendisini sevdiği kadar sevemez mesela. Senin için kıymetli olanı, emek verdiğini bir anda sarf etmek kolay değildir. Yürek ister, cesaret ister.
Yüce Allah sevdiği kulları Hz. İbrahim ve Hz. İsmail üzerinden bize ders vererek, bizden emek verdiğimiz şeyleri, yoluna kurban etmemizi ister. Görünüşte belirlenmiş hayvanları kurban etmektir aslında ama istenen çok başka bir şeydir. O yüzden Kurban, her şeyden önce sevilen, elde etmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, değerli dünyalıklardan bir kısmını Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir.
‘Kurban’, ‘yakın olmak’ demektir. Dolayısıyla ‘kurban’, ‘mânen Allah’a yakınlık vesilesi olan şey’dir.
Bir hadîs–i şerifte de, “Namaz, bütün müttakîlerin kurbanıdır.” buyurularak, namazın, kulu Allah’a yakınlaştıran en önemli ibadetlerden olması yönüyle, kurban olduğu ifade edilmiştir. Çünkü takva sahipleri, namazla sadece Allah’a yakın olmayı murad ederler.
Yüce Rabbimiz bizleri her tür nimetle kuşatmış, hiçbir şeyi eksik bırakmamış... Gözü vermiş, görebilmemiz için de Güneş'i var etmiş, kâinattaki bütün güzellikleri var etmiş. Ağzı lütfetmiş, tadabilmesi için uygun yiyecekler yaratmış. Dolayısıyla verdiği şeylere uygun, istifade edilecek şeyler yaratmış. Bizden istediği ise bu marifet sofrasından bizden istenildiği şekilde istifade etmesini bilmek, nimetin asıl sahibini görmek, O’na yönelmek, O’na şükretmek ve gerekirse yine O’nun olan bu nimetleri yine O’nun yolunda harcayabilmek. Sırf O’nun hatırına sevdiğimiz her şeyden vazgeçebilmek. Rabbimizin istediği işte, bütün varımızı sadece O’nun yoluna kurban etmemiz, O’na yakınlaşmanın yollarını aramamızdır.
Oysa O’nun dışında kurban ettiğimiz ne çok şey var hayatımızda. Nefsanî beklentilerin ağır bastığı günümüz toplumlarında maalesef insanlar, kula kulluğun değişik biçimlerine kurban olurlar. Makam arzusu, dünyalık kazanma sevdası ve hırsı insanın gözünü öylesine bürür ki, sırf bu yüzden ahiretini dahi kaybedebilir.
Bir insan kendisini, eşine, evlatlarına, işine ve daha birçok şeye kurban ediyor ve onlar için belki de koca bir ömrü tüketiyor farkında olmadan.
Öyleyse Rabbimize olan sevgimizi, sadakatimizi, bağlılığımızı nasıl ispatlıyoruz? Allah’a yaklaşmak onun rızasını kazanmak için neleri feda ettik? İnsan yaşadığı hayatı gözden geçirirse, Allah’a yakınlaşmasına nelerin engel olduğunu da görebilir. Nefislerimiz mi, eş mi, iş mi, çocuk mu, gelenek mi, okul mu, yemek mi, ne acaba?
“De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise... O halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.” (Tevbe, 24)
Öyleyse insan sahip olduklarından vazgeçebiliyorsa, gözünü kırpmadan, nefsine hoş gelen ne kadar sevdiği varsa Allah yolunda feda edebiliyorsa yakınlaşmanın da sırrına ulaşmış demektir.
Bencillik, dünyalık tutkusu, rahata düşkünlük bizleri öyle bir hale getirdi ki, değil en değerli varlığımızdan vazgeçmek, en küçük iğnemizi bile kaybetmek istemiyoruz. Öylesine bağlanmışız hayata, öylesine sahiplenmişiz ki nimet diye bize sunulanları, ayrılmak, bırakmak zor geliyor. Oysa, benim, dediklerimizin kaçı bizim. Mal, mülk, evlat, eş, dost ne varsa, hatta kendi bedenimiz bile bizim değil ki.
İnanan insan bu engelleri aşamıyorsa kurban kesmek neyin ifadesidir? Allah’tan başka değerler, sevgiler, hedefler, bağlılıklar, kalkmalı ki aradan, kesilen kurban Allah katında kabul olsun.
Kurban o denli önemli ve kıymetli bir ibadettir ki, Allah Rasûlü (sas) bunu “İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!” buyurarak dillendirmiştir. Bu ibadet vesilesi ile insan adeta şunu demek istemektedir: “Allah’ım sen benden bir hayvanı kurban etmemi istedin. Ben bu emri can-ı gönülden yerine getiriyorum. Eğer sen benden canımı isteseydin, ben onu da Senin yolunda seve seve verirdim. Bana verdiğin ne varsa onu Sen’in için feda etmeye hazırım.”
Nitekim insan, Rabbi’nin kendisine ihsan ettiklerini, yine O’nun yolunda kullandığı ölçüde kemale erer, olgunlaşır. Çünkü Cenab-ı Hakk’a yaklaştıran her yol, temelinde bir fedakârlık gerektirmektedir. İşte ancak bundan sonra “Rabbin için kurban kes…” emrine karşı “Buyur Allah’ım buyur, emrine hazırım” diyebilmek mümkündür.
Teslim olmamış bir insanın İbrahim (a.s.) ve İsmail’ce (a.s.) bir itaat ve teslimiyeti söz konusu olamaz. Bu sebeple herkes kendi içindeki İsmail’i terk edebildiği ölçüde kurbanı anlamış demektir. Çünkü en çok sevilen, değer verilenden vazgeçmedikçe imtihanın sırrına ulaşılamaz. Bir tarafta sevdiğin, diğer tarafta Allah’a itaat. Her insan bu iç mücadeleyi yaşamalı ve en çok sevdiğini kurban edebilmeyi göze almalıdır.
Kurbanda aslolan da bizzat kurbanın kanı ve eti değildir. “Fakat onların ne etleri, ne de kanlarıAllah’a ulaşır. Lâkin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır.” (Hac, 37) ayetinde buyurulduğu üzere önemli olan Allah’a yakınlaşmak, O’nunla irtibata geçmektir. Hz. İbrahim işte bu kararlılığı ile Allah’a kurbiyeti gerçekleştirmiştir ki, kurbanın aslında bir teslimiyet sınavıdır.
Öyleyse Kurban Allah ile kul arasındaki şeylerin ortadan kaldırılmasıdır. Bizim sevip benimsediğimiz ancak Rabbimizin sevmediği, istemediği, razı olmadığı amelleri de Allah için terk etmek, kurbanın vermiş olduğu mesajı anlamanın başka bir boyutudur.
Bir düşün bakalım; imtihanın ne ki kurban? Ya da neyin kurban?
"İçimizde ne biriktirdiysek, dışımızda ne bıraktıysak, neye yenilip, neyle sınandıysak, neye kavuşup, neyle ayrıldıysak, yaşanmış, yaşanmamış her şey aslında kurban..
A’rafta kalakalmış yüreklerimizin bir yanı ateş, bir yanı İbrahim... Her kararmış günün ardından gelen şafağın Rabbine yemin olsun ki, yüreklerimizdeki fazlalıklardan kurtulabildiğimizde, orayı sahibinin seveceği hale getirdiğimizde yani, yükünden kurtulmuş bir hamalın neşesi olacak gözlerimizde, inan ki..” (Mehmet Deveci)
Kul için en büyük bayram, en büyük sevinç, en büyük mutluluk Allah’a olan sorumluluğumuzu yerine getirmektir. En büyük bayram Allah’a kul ve kurban olmaktır. En büyük bayram yürekten Allah’a teslim olmaktır. Allah’a teslim ve kul olanlar, kula kul olmazlar.
Bayramlar ayrıca ahirette Rabbiyle buluşmayı hatırlatan en güzel kavuşma zamanlarıdır. Neyi, kimin yolunda ve niçin kurban (feda) ettiğinin farkında olanlar bu kavuşmanın değerini de bilirler. İnsanın, eşyaya, çıkarlara, boş hedeflere ve yalancı ilahlara kurban edilip harcandığı günümüz dünyasında, Müslüman yaratan Rabbine karşı neleri kurban etmesi gerektiğini bilmelidir. Kurbiyeti ile rızayı kazanmalı ve hakiki bayrama ulaşanlardan olabilmelidir.
Ayşegül Eskikurt
Yorumlar
Yorum Gönder