Hucûrat - Bir Âdâb-ı Muâşeret Dersi

Günlük hayatta ne çok olumsuzlukla karşılaşırız. Bazen öfkeyle söylenen bir söz kalbimizi en derininden yaralar. Bazen de, kırıcı üslubu sebebiyle günlerce uykularımızın kaçmasına sebep olan insanlar çıkar karşımıza. Gün gelir en sevdiğimiz insanlar, hakkımızda söylenen asılsız sözler sebebiyle, hiç araştırmaksızın bizimle selamı, sabahı keserler de anlam veremeyiz neden diye. Toplum içinde haysiyet ve şeref sahibi olmak ve insanlar tarafından hüsnü kabul görmek isterken, bir de bakarız ki hakkımızda türlü çeşit dedikodular almış başını yürümüş, ta ki insan içine çıkamayacak hale gelmişiz.

İnsan tek başına yaşayan bir varlık değildir. Hayatını devam ettirebilmesi için de hemcinslerine muhtaçtır. Tek başına yaşayamaz ama şu da bir gerçektir ki, birlikte yaşamak ayrı bir sanattır. Çünkü birliktelik yanında bir takım kuralları da beraberinde getirir. Öyle ki hiçbir insan, toplum tarafından konulmuş bu kuralları çiğneyemez, başına buyruk davranamaz. Çiğnediği takdirde edebe aykırı davranmış olur ve toplum tarafından dışlanır. Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde seninki biter, ifadesi özgürlüklerin sınırını çizmesi açısından dikkat çekici bir sözdür.

Rabbimiz yarattığı insanı başıboş bırakmadığı gibi birlikte yaşamanın ipuçlarını da vermiştir. Nitekim Yüce Kitabımız Kur’an, getirdiği ilkelerle insanlara güzel ahlakı öğretir. Güzel ahlak, ibadet ve davranışlar bütünlüğüdür. İbadetler, güzel ahlakın kulluk boyutu, davranışlar ise insani boyutudur ki, birbirinden ayrılması mümkün değildir.

Adab-ı muaşeret suresi de diyebileceğimiz Hucurat Suresinde Rabbimiz kısım kısım edebi öğretmiştir bizlere. Fert ve toplum ahlakını en güzel şekilde dile getiren bu sureye isim olan Hucurât kelimesi, aslında hücreler, odalar demektir ki, Peygamber Efendimizin aile efradıyla birlikte ikamet ettiği haneler kastedilmektedir.

Burada şöyle bir incelik dikkatimizi çeker: Bedenimizdeki hücreler, nasıl birbiriyle uyumlu olduğu takdirde hayatını devam ettiriyorsa, hanelerimiz de uyumlu olduğu takdirde toplum huzurlu olabilecektir. Bu sebeple sure bize ahlakın hücrelerini anlatır aslında.
Çünkü bu hücreler arasındaki doku uyumunun korunması için, sadece yasalar ve kurallar yeterli değildir. Adab-ı muaşeret (görgü kuralları) gereklidir, güzel ahlak gereklidir.

Nitekim sureye genel olarak baktığımızda konuşma adabından dedikoduya, duyulan bir haberi tahkik etmekten ara bulmaya, gıybet ve tecessüsten kaçınmaktan ve kardeşlik hukukuna kadar birçok önemli konuda ikazlarının olduğunu görürüz.

Önce dar çerçevede konuşma üslubunu öğretir bize ve davranışlarımıza sınırlar çizer Hucurat Suresi: “Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir.”
 
Allah Resulü’nden (s.a.s.) hareketle, konuşma adabı nasıl olmalı sorusunun cevabıdır bu ayetler. Oysa bizler gündelik hayatımızda konuşma adabını bilmeden, kırarak dökerek, nice insanların hakkına girmekteyiz farkında olmadan. Özellikle peygamber mirasçısı olan âlimlerimiz, hocalarımız, öğretmenlerimiz karşısında edebe dikkat etmek, onların önüne geçmemek, karşılarında ses tonunu ayarlayarak konuşmak, dikkat etmemiz gereken hususlardandır. Bizler henüz peygamber mirasçısı sayılan büyüklerimiz karşısında üslubumuzu koruyamazken, halk arasındaki ilişkilerimizde tatlı dilli ve yumuşak başlı olmayı nereye oturtabiliriz. Oysa Hz. Peygamber bize güler yüzün ve tatlı dilin sadaka olduğunu bildirmektedir.

Konuşma ve davranışlarda nezaket yeterli değildir. Bunun günlük ilişkilerimizde, her hareketimize sirayet etmesi gerekmektedir. Öyle ki sonraki ayet, daireyi daha da genişleterek evlere giriş çıkış adabının nasıl olması gerektiği konusunda bizleri ikaz eder. 
Bir sonraki adımda ise: “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”  buyurularak, çok önemli toplumsal bir sorumluluğa dikkat çekilmektedir.
Asılsız haberlere inanarak insanlar hakkında önyargıda bulunmak maalesef günümüzde en çok düşülen hatalardandır. Nice yuvalar, arkadaşlıklar, hatta milletler fitne fesat sonucunda yıkılıp gitmiştir. Oysa bize düşen ne olursa olsun, gelen haberlerin doğruluğunu araştırmak, bilmediğimiz hususlarda gereksiz yere konuşmamak ve kişileri töhmet altında bırakmamaktır. Nitekim ayet-i kerimede bildirildiği üzere gerçekler açığa çıktığında utanılacak duruma düşen bizler oluruz.

Sadece haberleri araştırmak değildir bizim sorumluluğumuz. Eğer sağlıklı bir toplumda yaşamak istiyorsak, toplumda var olan küskünlükleri, çatışmaları da elimizden geldiğince yok etmeye gayret etmeli ve insanlar arasında arabulucuk yapmaya çalışmalıyız.

Fertlerinin birbiriyle huzur içinde yaşadığı toplumlarda ilişkiler daha samimi, yetişen nesiller de sağlam karakterlidir. Küskünlüklerin olduğu bir toplumda ise kimse yaşamak istemez. Nitekim “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.”  ayeti bize ilişkilerimizin nasıl olması gerektiği hakkında açıkça yol göstermektedir. Bu âyet, dünyanın neresinde olursa olsun müminleri kardeş olarak ilan etmektedir. Onlar, kardeş oldukları kadar mü’mindirler. Hz. Peygamber de birçok vesile ile mü’minler arasındaki bu kardeşliğe vurgu yapmıştır.  Mü’min, kardeşinin derdiyle dertlenmeli, sıkıntısını gidermeye çalışmalıdır.
 
Eğer insanlar birbirlerini kardeş görmez, birbirleriyle samimi ilişkiler içerisinde olmazlarsa, bir süre sonra birbirlerinin ayıplarını görmeye ve kibre, gurura kapılarak birbirlerini küçümsemeye başlarlar. Bu sebeple Yüce Kitabımız: “Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın. İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimselerdir.”  buyurarak bizleri böylesi bir duruma düşmememiz için ikaz etmektedir.
 
İnsanlar beğenmedikleri, hoşlanmadıkları kişiler hakkında suizan taşırlar. Onlarla ilişkilerinde hep önyargı ile hareket ederler ve hep mesafelidirler. Hakkında önyargılı oldukları insanlar, ne yaparsa yapsınlar, yaranamazlar. Hâlbuki insanlar hakkında bu şekilde zanda bulunmak yasaktır. Çünkü zanda bulunmak, ister istemez bir süre sonra onların gizli hallerini araştırmaya sevk eder.

Başkasının gizli hallerini öğrenen art niyetli kişiler, öğrendikleri bilgileri içinde tutamazlar, başkaları ile de paylaşmak isterler ve sonuçta gıybet ederler. Aslında niyetleri, zaten hoşlanmadıkları o insanı başkalarının gözünde de düşürmektir. Oysa bunu yapmakla Rabbimizin çok çirkin şekilde vasıflandırdığı bir işi yapmış olmaktadırlar:  
“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir”

Ayet-i kerimede görüldüğü üzere gıybet etmek, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. Yani bunu yapan insan değildir. Çünkü insan olan, bu hareketten tiksinir. Öyleyse sen de, hala insanlığını kaybetmemişsen, kardeşinin gıybetini yapmaktan uzak dur, demektir bu hitap aslında.
 
Şu bir gerçektir ki “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır.  Muhakkak ki Allah her şeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.”   buyurularak Allah katında kimin daha üstün olduğu açıkça belirtilmiştir.

Yüce Rabbimiz kişilerin durumuna, şekline, vasfına bakmaz. Irkına ve soyuna da bakmaz. Onların kalplerine bakar, kalplerindeki ihlâsa, samimiyete bakar. Nitekim Allah Resulü de “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar”  buyurarak buna dikkat çekmiştir.

Demek ki üstünlük sadece takvadadır. Çünkü kalplerin içini gören ve kişilerin dindarlık derecelerini ölçen sadece Allah’tır: “De ki: “Dindarlık derecenizi siz mi Allah’a bildireceksiniz? Allah sanki bunu bilmiyor da sizin iddianıza mı bakacak? Hâlbuki Allah bunu bildiği gibi, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Evet, Allah her şeyi hakkıyla bilir.”

Görüldüğü üzere, toplumda fertlerin birbirine karşı görevleri, emirlere uyma yasaklardan kaçınma şeklinde belirir. Adalet, iyiliği emir-kötülüğü nehiy, yardımlaşma, affetme, güvenilir olma, sözünde durma, birlik ve beraberlik, sevgi ve kardeşlik, kibar davranma gibi hususlar Kur’an’da belirtilen ve istenen ahlaki emirlerdir.

Buna karşılık; aldatma ve haksızlık, ihanet, zulüm ve fesat, küçük görme, insanların gizlisini araştırma, gıybet ve alay da ahlaken yasaklanan davranışlardır.

Bize düşen ise gerek ferdi hayatımızda, gerekse aile ve toplum hayatımızda olsun, Kur’ân’ın bizlere öğrettiği bu ahlaki güzellikleri yaşamak, yasaklardan kaçınmak olacaktır. Kur’an’ın anlattığı şekliyle mü’min, inkârdan, fısktan ve isyandan uzak duran kişidir. Allah bu gibi kullarının gönlünde imanı sevdirmiş ve kalplerinde süslemiştir.

Dolayısıyla bizler de ilişkilerimizde Kur’an’ın bize gösterdiği yolu esas almalı, davranışlarımızı ona göre şekillendirmeliyiz. Çünkü ancak gönlü imanla dolu, taşkınlıklardan alabildiğine uzak, karakterleri sağlam insanlardan oluşan toplumlar huzura erebileceklerdir.

Ayrıca, Hz. Peygamber’in (s.a.s) sureden iktibasla her sabah okuduğu ve tavsiye ettiği şu dua, bizim de duamız olmalı, hal ve hareketlerimizi yeniden gözden geçirip, kendimize çeki düzen vermeliyiz.

“Allah’ım imanı bize sevdir, onu kalplerimize sindir, küfrü, fıskı ve isyanı bize çirkin göster. Bizleri raşid (doğru yolu bulan) kullarından eyle.”

Ayşegül Eskikurt 

Yorumlar

  1. Amin elfü elfi amin..
    Ne kadar da, gönlümüzün, vicdanımızın, bamteline dokunan bir makale olmuş.
    Bu fakîri, yeniden nefis muhasebesi yapmaya ve kendine yeniden bir çeki-düzen vermeye sevkeden enfes bir çalışma olmuş.
    Allah (cc), ebeden ve daimen razı olsun, hocam.
    (Mustafa Dokuzoglu)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim kıymetli hocam. Allah razı olsun. Rabbim bizleri ilmiyle amil eylesin. İstikamet lutfetsin.. Selam ve dua ile...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

En Güzel Mevsim

Mükâfat Beklentisi

Bir Veda.. Bir Muhasebe..