Anne-Baba Olmak

Anne baba olmak ne olursa olsun yavrusundan vaz geçmemektir. Evlat sevgisi Cenabı Hakkın yeryüzüne indirdiği özel rahmetin içinde yer alır. 

Resulullah (sas)şöyle buyurmuştur bu konuda: "Allah rahmeti yüz parçaya böldü. Bundan doksandokuz parçayı kendine ayırdı. Yer yüzüne geri kalan bir cüzü indirdi. (Bunu da -cin, insan ve hayvan- mahlukatı arasında taksim etti.) Bu tek cüzden nasibine düşen pay sebebiyledir ki mahlukat birbirlerine karşı merhametli davranır. At, (hayvan) yavrusuna basmamak endişesiyle ayağını bu sayede kaldırır."
Buhari, Edeb 19, Rikak 19; Müslim, 17, (2752); Tirmizi, Da'avat 107-108, (3535-3536)

Bu sebeple anne baba emaneten bir yavruya sahip olmuşsa onu her yönüyle de kabul etmiş demektir. Ebeveynin vazifesi sevgi ve şefkat kanatları altında rehberlik, tavsiye, eğitim ve her türlü zarardan, kötülükten koruyup kollamaktır elinden geldiğince. 

İnsanlar farklı fıtratlarda yaratılmıştır. Hiç kimse evladını seçemez. Peygamber evinden inançsız evlatlar çıktığı gibi Firavun evinden de Hz Musa, put yapıcısı Azer'in evinden de Hz İbrahim gibi peygamberler çıkmıştır. Her insan kendisine verilen emanet güzel olsun ister.  Ama olmayabilir de. İmtihandır çünkü.

Bunlar çok uç noktalar tabii ki. Her evde olması belki mümkün değildir. Fakat bir çok evde başka durumlar var ne yazık ki: O  da evlatları sanki birer malmış gibi kendi hakimiyeti altında görmek. Ona söz hakkı tanımamak, duygularına düşüncelerine önem vermemek. Daha da ötesi kendi çizdiği hayat dışında başka bir hayat tanımamak. Anne babaya koşulsuz, sorgusuz, sualsiz itaat beklemek. Aksi bir durumla karşılaşınca da kızmak, darılmak, hakkını helal etmemek hatta evlatlıktan reddetmek..

Oysa din fıtrata aykırı hiçbir şeye müsaade etmez. Bu nedenle kişi doğmasına vesile olduğu, emek verip büyüttüğü, biyolojik bir parçası olan evladını, her ne yaparsa yapsın, asla reddedemez. Bu fıtrata, tabiata aykırıdır.

Ayrıca, anne-baba, "Reddediyorum, sütümü haram ediyorum, hakkımı haram ediyorum." demekle de o çocuk evlatlıktan çıkmaz. 

Diğer taraftan, anne-baba çocuğunun gerçekten iyiliğini istiyorsa, evladına hakkını helal etmeli ki, o çocuk ahirette azaptan kurtulabilsin.

Her zaman olduğu gibi bu hususta da en güzel örnek rasûllerin hayatıdır aslında. 

Bir düşünelim onların evlatlarıyla olan ilişkilerini. 

Mesela Hz Adem'in, kardeşini öldüren Kabil'e karşı nasıl bir tavır takındığı pek geçmez rivayetlerde. Reddettiği ile alakalı bir bilgi mevcut değildir.

Hz Nuh son ana kadar, hiç bir şekilde inancı kabul etmeyen evladının, kendisiyle gemiye gelmesini istemiştir. O zamana kadar da hep birlikte yine baba evlat ilişkisi devam etmiştir. İnanmayan oğluna hiç bir şekilde sırtını çevirmemiştir. 

Hz Yakub, kardeşleri Yusuf'u kuyuya atan evlatlarına bir şey dememiş, neden kardeşinize sahip çıkmadınız, diye onları azarlamamış, gerçeği hissettigi halde onları yaptıkları bu kötü hareketten dolayı reddetmemiştir. Ve sonrasında da uzun yıllar, Hz. Yusuf bulunana kadar mesela, birlikte yaşadıklarını görmekteyiz.

Allah Rasûlü  de(sas), bizzat Cenabı Hakkın emri gelene kadar, kızı Zeynebe o sıralarda müşrik olan Ebu'l As'la olan evliliğini bitirmesi için hiç bir baskı yapmamıştır. Neden hâlâ bu müşrikle evlisin, diye hesap sormamıştır.

Fakat bunun yanında, evli oldukları halde, her sabah kızı Fatimanin kapısına gelerek onları sabah namazı kılmaya teşvik etmiştir. Her dönemde nasihat ve tavsiyelerde bulunmuştur. Nasıl olsa büyüdüler, sorumluluk bitti, diyerek, vaz geçmemiştir. 

Bütün bunlardan anlamamız gereken şudur ki, evlat bize verilen en önemli en kıymetli emanettir. Onu en güzel şekilde yetiştirmek ve topluma kazandırmak da anne-babanın vazifesidir. Bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmeyen kişiler, Allah karşısında sorumlu olurlar. Bu vazife elbette ki zorbalık değildir. Ona söz hakkı tanımamak hiç değildir. Kendi hayallerini çocukları üzerinde tasarlamak da değildir. Her çocuk ayrı bir bireydir. Anne babasının istediği bir mesleği seçmemesi, istediği kişiyle evlenmemesi saygısızlık değildir mesela. Şefkatli bir yuvada gözünü açmış bir yavru, mutlaka ayakları sağlam basan bir birey olacak ve kendi yolunu bulacaktır. Yeter ki güven ve saygı duygusu ile büyümüş olsun. 

Diyelim ki ebeveyn hakkıyla vazifesini yerine getirdi ama evladı istediği şekilde bir hayata sahip olmadı. Belki inançsız oldu. Belki farklı hatalara sürüklendi. Anne-baba bu durumda sorumlu değildir elbette ama evladını reddetme hakkına da sahip değildir.

Ne olursa olsun onlar bizim yavrularımız, diyerek sahip çıkalım evlatlarımıza. Neden benim istedigim gibi bir evlat  olmuyorsun, neden benim dediklerimi harfiyen uygulamıyorsun demek yerine, onları anlamaya çalışalım ve öyle sarıp sarmayalım ki bizimle konuşmaktan, içlerindeki dünyayı bize anlatmaktan çekinmesinler vesselâm.

Rabbimiz şöyle anlatır güzel insanları: "Kim tevbe edip, güzel ve makbul işler yaparsa, gereğince tevbe eden işte odur. O kullar, yalan şahitlik etmezler. Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler. Kendilerine Rab'lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağırlar ve körler gibi davranmazlar. Ve şöyle niyaz ederler: “Ey keremi bol Rabbimiz! Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru olan temiz eşler ve nesiller ihsan eyle, bizi müttakilere önder eyle!”

Birbirine göz aydınlığı eşler ve evlatlar olabilmek. Birbirinden nefret etmek yerine sükûnet ve huzur kaynağı olabilmek ne büyük bir zenginlik.

Ve yalnız müttaki olmakla yetinmeyip, müttakilerin önderi olmak arzusu, ne ulvî bir düşüncedir! 

İnsanca yaşamak adına bu kadarını uygulamak bile yetmez mi?
Ayşegül Eskikurt 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

En Güzel Mevsim

Mükâfat Beklentisi

Bir Veda.. Bir Muhasebe..