Kur'an-ı Kerim'de İsraf Kavramı
"Ey bizim Kerim Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affet! Ayaklarımızı hak yolda sabit kıl ve kâfirler gürühuna karşı bize yardım eyle. "(Âl-i İmran, 147)
İsraf günümüzün en önemli hastalıklarından birisidir. Savurganlık, elindekinin kıymetini bilememe, hoyratça savurma, israfın baş göstergesidir. İsraf, bir hastalık olduğu gibi, nimetin basite alınmasına da sebep olan bir davranış biçimidir. Anlam daralması sebebiyle daha çok mal, para, harcamalar konusuna tahsis edilen israfın, Kur'an-ı Kerim'e bakıldığında çok geniş bir alanı kapsayan davranış özellikleri olduğu görülmektedir. İtidal dini olan İslam, insanları da ifrat ve tefritten uzak bir yaşama biçimine çağırır. Bu kimi zaman yenilen içilen şeylerden ya da eldeki sermayeyi gerektiği yere kullanmadan, davranışlara, vakit nizamına varan bir düzenleme biçimidir. Kişiye çizilen sınırlar geçildiği takdirde israfa girmek kaçınılmazdır. Her konuda olduğu gibi İslam, bu konuda da inananlara yol göstermiş, verilen en önemli sermaye olan zaman sermayesinin boşa harcanılmasını istememiştir.
İsrafın Lügat Anlamı
İsraf; haddi aşma, hata, cehalet, gaflet gibi anlamlara gelen se-re-fe kökünden türetilmiş bir kelimedir. Istilâhî olarak; inanç, söz ve davranışlarda aşırıya gitme, nafakada ihtiyacından fazlasını harcamak veya malını Allah yolunun dışında harcamaktır. Cürcâni ise israfi; değersiz bir amaç uğruna fazla mal harcamak, harcamada haddi aşmak, meşru bir konuda harcanması gerekli olandan fazlasını harcamak', şeklinde tanımlandırmıştır. Bu durumda İsraftan murad, hem masiyet yolundaki harcamalar, hem de helâl olsa bile dünya nimetlerine ve ona dalma hususunda haddi aşmadır. Süfyân-ı Sevri' de, Allah'ın razı olmadığı herhangi bir yolda yapılan harcamaları, az da olsa israf sayar.
İbnü'l-Arabî'ye göre ise: "İsraf, senin için çizilmiş olan sınırı geçmendir." Gazali'ye göre; dinin adetlerin ve insanlığın gerekli kıldığı yerlere, gerektiği şekilde harcamak, cömertlik, bunun altına düşmek, cimrilik, üstünde harcamada bulunmak ise israftır. Nevevi, israf kelimesini "aşırı gidip meşru sınırların ötesine geçmek" şeklinde açıklamıştır. Buna benzer bir yaklaşımı Ebussuûd'da da görmek mümkündür. Ona göre de israf, günahlar yolundaki harcamalardır. Günümüzde ise israf, daha çok beşeri, maddi kaynak ve imkânlardaki savurganlığı ifade etmek için kullanılan bir terim haline gelmiştir. Bu israfın sınırlarını ve muhtevasını, inanç, örf, adet gibi tercihler ve alışkanlıklar belirlemektedir. İsrafi belirleyen kıstas ise, dini, millî, içtimai, ailevi, meslekî temel rollerin yerine getirilmesi için, aklen ve bedenen ihtiyaç duyulan şeylerin tatminine yönelik kaynak istihdamı ve harcamalarda din, akıl ve örfün belirlediği sınırın aşılması olarak görülmüştür. İslam'a göre salt nefsani arzuların tatmini için yapılan aşırı tüketim israftır."
Kur'ân-ı Kerim'de İsraf Çeşitleri
İsraf kelimesinin anlamı ve mahiyetine, Kur'ân'da zikredilişine baktığımız zaman çok geniş bir alanı kapladığını görmekteyiz. Cenâb-ı Hak kullarının bütün fiillerinde mutedil olmalarını istemiştir. Kur'ân-ı Kerim'de hak yoldan çıkanlar, amellerinde aşırıya gidenler, azgınlık yapanlar da pek çok âyette müsrifler olarak vasıflandırılmışlardır. Birçok yerde müsrif kelimesi yerine "haddi aşan" ifadesi kullanılmıştır. Yani müsrif, ne olursa olsun ifrat ve tefrit sınırlarını aşan insan olarak tanımlanmıştır. Bu sebeple israfı sadece yeme-içme meselelerine hasretmek doğru değildir.
Kur'ân'da İsraf Kavramının Kullanım Alanı
Kur'ân'da israftan bahseden âyet-i kerimelere bakıldığı zaman, bu kelimenin genellikle şu anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Bu maddeleri geniş bir şekilde ana başlıklar altında ele alacak olursak, şöyle sınıflandırabiliriz.
1. Harcamalarda İsraf
İsraf denildiğinde akla ilk gelen, insanın kendi malından yaptığı fazla harcamalardır. Yüce Allah bize verdiği her şeyi emanet olarak vermiştir. Âyette belirtildiği üzere "Göklerde ve yerde olan her şeyin asıl sahibi odur." (Nisâ,126 131 132) Bu sebeple bir Müslüman, her alanda ilahi şeriatı hayatına egemen kılmayan diğer toplumlarda olduğu gibi, kendi malını harcama özgürlüğüne sahip değildir. Müslüman savurganlıkla eli sıkılık arasında bir orta yol benimsemekle yükümlüdür. Savurganlık kişiyi, toplumu ve mali bozar. Hâlbuki mal toplumsal hizmetler için kullanılması gereken toplumsal bir araçtır. Gerek savurganlık gerekse eli sıkılık hem toplumsal ortamda hem de ekonomik alanda büyük sarsıntılara, karışıklıklara neden olurlar. İslam hayatın bu yönünü düzenlerken önce ferdin ruhsal durumundan işe başlıyor. Bu yüzden de dengeli ve ölçülü davranmayı imanın bir özelliği olarak vurguluyor: "Rahmân'ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar." (Furkân, 67) Müslüman bu konuda savurganlıkla eli sıkılık arasında orta bir yolu benimsemekle yükümlüdür. Bu demek ki dengeli olmak Müslüman'dan istenen en önemli tavırdır. Mal benim, sermaye benim diyerek dilediği gibi israf edip, gayrimeşru yerlerde harcayamaz.
Resûlullah Efendimizin (s.a.s.) hadisleri de bu konuda bize yol göstermektedir. Efendimiz (s.a.s.) bir gün abdest almakta olan Sa'd'a uğrar. Suyu israf ettiğini görünce, "Bu israf da ne?" buyurur. Sa'd "Abdestte dahi israf olur mu?" diye sorunca, Allah Resûlü (s.a.s.): "Evet. Bir nehir kenarında abdest alsan bile" cevabını verir. Görüldüğü üzere, Hz. Resûlullah (s.a.s.) ashabını nehirde bile olsa su israfi yapmaktan men etmiştir. İslâm uleması da bu ve benzeri hadislerden yola çıkarak abdest sırasında fazla su kullanmayı, nehir kenarında bile olsa mekruh saymışlardır. Aslında burada ifade edilmek istenen, kullanılan bedava bir su dahi olsa günde beş defa israfın kötülüğünü hatırlatmak ve tabiata saygıyı fikirlere yerleştirmektir. Abdest suyunda bile israf etmemeye dikkat eden insan, diğer harcamalarında daha dikkatli olacaktır. Teknolojik imkânların gelişmesiyle artan gereksiz su ve elektrik tüketimi de bu hususta değerlendirilebilir.
Hz. Âişe de bu konuda şu hadiseyi aktarmaktadır: "Resûlullah (s.a.s.) odama girmişlerdi. Atılmış bir ekmek parçası gördüler. Hemen onu alıp silerek yediler ve "Ey Âişe! Kerîm olana ikram et! (Yani kıymetli olan ekmeğe hürmet et!) Zira şu ekmek, bir kavme nefret edip kaçmışsa bir daha dönmemiştir." buyurdu. Bu demektir ki insan elindeki en ufak nimeti bile israf etmemelidir.
Ferdi ve içtimai refah seviyesindeki artış harcama alışkanlıklarını da değiştirmektedir. Bu sebeple, sadece nefsin isteklerini ve bencil duygularını tatmin etmek için yapılan lüks harcamalar da israf sayılmaktadır. Hz. Enes'in anlattığına göre bir gün Resûlullah (s.a.s.) Ensar'dan bir zâtın kapısının üstüne yaptırdığı bir kubbe gördü. "Bu nedir?" diye sordu. "Bu falancanın inşa ettirdiği bir kubbedir" dediler. Resûlullah (s.a.s.) "Böyle sarfedilen her mal, kıyamet günü sahibine vebaldir." buyurdular. Bu söz o sahabeye ulaşınca kubbeyi hemen yıktı. Sonra, Efendimiz (s.a.s.) oradan geçti, fakat kubbeyi göremedi, akıbetini sordu. "Sizin söylediğiniz kendisine ulaşınca yıktı" denildi. Bunun üzerine "Allah ona rahmet etsin, Allah ona rahmet etsin" diye dua buyurdular.
Hz. Peygamber (s.a.s.) kılık kıyafet konusunda yapılan gereksiz harcamalar konusunda da: "Duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz? Mütevazı giyinmek imandandır, mütevazı giyinmek imandandır" buyurmuştur. Hadisten de anlaşıldığı üzere kılık kıyafette, günümüzde olduğu gibi bir moda yarışı şeklinde, eskimeden elbise atmanın dinen te'yid edilen bir yönü yoktur. İmkân sahiplerinin sabah bir çeşit, akşam bir çeşit kıyafet giymeleri bu açıdan doğru değildir. Hatta ihtiyaç fazlası harcama konusunda bazı âlimler haram, bazıları da mekruhtur, demişlerdir. Dolayısıyla İslam ahlakına uygun olan, harcamalarda dengeyi korumak, ihtiyaç dışına çıkmamaktır.
yiyemediği için ağladığını söylemiş," Denilebilir ki, kişi nefsine dur demez ve ihmal ederse nefs ve hevâ gittikçe kuvvetlenir ve kurtulmak da burada olduğu gibi hayli güç olur.
Nitekim vücuda en zararlı şey, dört-beş saat fasıla vermeden yemek yemek ya da sırf lezzet için yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır. İbn Sina da bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: "Tıbbı iki satırda topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındandır. Yediğin zaman az ye. Yedikten sonra da dört-beş saat kadar yeme. Şifa hazımdadır. Yani kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal yemek üstüne yemektir."
Hristiyan bir hekim Ali b. Hüseyin'e "Sizin kitabınızda Tıp ilmi adına bir şey yok. Zira ilim ikidir: Din ilmi, beden ilmi." deyince o da şöyle cevap verir: "Allah Tıp ilmini kitabımızda bir Ayetin yarısında toplamıştır." Hekim onun ne olduğunu sorunca, Ali b. Hüseyin "Yiyin, için israf etmeyin" ayetini söyler. Bunun üzerine hekim, Hz. Peygamber'in (s.a.s) bu konuda herhangi bir şey söyleyip söylemediğini merak eder. O da "Resulullah (s.a.s) Tıbbı kolay bir sözde toplamıştır: Mide dertlerin evi, perhiz de bütün devaların reisidir." Bunun üzerine Hristiyan hekim: "Sizin kitabınız ve Resulunüz, bu hususta her şeyi söylemişler başkasına bir şey bırakmamışlar." demiştir.
Günümüze baktığımız zaman çok çeşitli gıda ve tüketim maddeleriyle karşılaşmaktayız. Reklâm vasıtaları ile insanlar her geçen gün yeni bir ürünle tanışmakta ve bunları denemek cazip hale gelmektedir. Çeşitlerin bol olması, insanların gelir düzeyinin artması da her geçen gün tüketimi arttırmaktadır. Bu ise gida israfının temelini oluşturmaktadır.
Hz. Ömer (r.a.) bir gün çarşıda alışveriş yapan Câbir'e: "Canın bir şey çektikçe gidip ondan alıyor musun? Herkese israf olarak canının her istediğini yemesi yeter" demiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de aynı şekilde "Her iştiha duyduğunu yemen israftandır" diyerek ikazda bulunmuştur. Bu konuya oldukça önem veren Efendimiz aynı zamanda şöyle buyurmaktadır: "Dünyada insanların doyasıya en çok yiyeni, Kıyamet günü açlığı en uzun olacaktır. Sahabe-i Kiram her konuda olduğu gibi bu konuda da Hz. Peygamber'in tavsiyesine uymuş, yeme-içme hususunda dikkatli olmuşlardır. Hz. Ali de bu konuda: “Eğer karnın doymuyor ve obur isen, kendini müzmin hastalardan say" demiştir. Kişiye açlığını giderecek kadar yemesi yeterlidir. Mü'minin midesini yemekle tamamen doldurması da doğru değildir. İbn arabi de açlığın insanın nefsini terbiye eden zilletini ve hakirliğini anlamasını sağlayan bir makam olduğunu söyler. Zira Hz Peygamber de (s.a.s.) çok yemenin mü'mine yakışmayan bir davranış olduğunu ifade için "Mü'min bir mideye yer, kâfir ise yedi mideye" buyurulmuştur." Demek ki Müslüman'ın yapması gereken, helâlinden yemesi, yerken ihtiyaç sınırını aşmaması ve her canının istediğini yemeye yönelmemesidir.
3. Zamanda İsraf:
İnsan başıboş yaratılmadığı gibi, dünyada gereksiz zaman harcamak için de gönderilmemiştir. Islâm dini, getirdiği prensiplerle aynı zamanda ferdin normal hayatını da düzen altına sokmayı hedeflemiştir. Bu sebeple topluma faydası olmayan ilim ve sanat faaliyetlerine kaynak, zaman, kabiliyet ve enerji sarfiyatı, her biri bir altın hükmünde olan günün her bir saatini, dakikasını fayda vermeyecek, boş ve gereksiz uğraşlarla geçirme de israf sayılmıştır.
Insan hayatta iken hiçbir şeyin farkında değildir. Kendisine verilen bir hayatın bir gün gelip biteceğine ve geçirdiği her saatin her dakikanın hesabını vereceğine bir türlü inanmak istemez. Aksine ancak başı sıkıştığı, dara düştüğü zaman Rabbine sığınır. Yüce Allah (c.c) bu hususu şöyle beyan etmektedir: "İnsan bir sıkıntıya mâruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken veya ayakta iken, bize yalvarıp yakarır. Fakat biz sıkıntısını giderdik mi, sanki uğradığı dertten dolayı bize yalvaran kendisi değilmiş gibi eski haline geçip gider. İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara, yaptıkları işler, kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına gitmiştir." (Yûnus, 12) Buradaki israf, haddi aşma, hayat sermayelerini boşuna harcayıp, haddi aşanlar şeklinde ifade edilmiştir. Bu şekilde davranan kişiler hesap günü geldiğinde ancak hüsrana uğrayacaklardır.
İnsanda merak hissi vardır. Bilmediği şeyleri öğrenmek ister, araştırır, araştırdıkça öğrenir, öğrendikçe merakı daha da artar. Ne var ki insan merakını her zaman faydalı şeylere sarf etmez, yerli yerinde kullanmaz. Çoğu zaman kendisine verilen hayat sermayesini boşa harcar. Hâlbuki insan merakını kâinat kitabını okumaya sarf etmelidir. Zaman israfina mukaddes kitabımızın bakışı ise şöyledir: "And olsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak îman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabri tavsiye edenler kurtulmuşlardır. Bu sure hakkında İmam Şâfi'nin, "Kur'an'dan, başka hiçbir süre nâzil olmasaydı şu pek kısa sûre bile, insanların dünya ve âhiret mutluluğunu temin etmeye yeterdi. Bu sûre Kur'an'ın bütün öğrettiklerini kucaklıyor." dediği nakledilmiştir.
Sûre başlangıcında asra yemin eden Yüce Rabbimiz, zamanın ne kadar önemli olduğuna ve nasıl dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine de dikkat çekmektedir. Resûlullah Efendimiz de (s.a.s) zamanın önemine dikkat çekmek için bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "İnsan iki şeyde aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit."
Maddi-manevi her türlü imkânı Allah'ın insanlara bağışladığı birer emanet sayan İslâm dini, insanın zamanını da, Allah'ın rızasını kazanmaya ve insanlara faydalı olan yerlerde harcamaya teşvik eder.
Efendimiz de (s.a.s.) bu hususta "Allah'tan faydalı ilim dileyin, faydasız ilimden Allah'a sığının" buyurmuşlardır. O (s.a.v) bu konuda şu duayı okur ve insanları da buna teşvik ederdi: "Allah'ım (c.c) huşu duymaz bir kalpten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım."
Burada ifade edilen doyma bilmeyen nefis; Allah'ın verdikleriyle yetinmeyen, rızka kanaat etmeyen, mal toplamaktan usanmayan, çok yemekle doymayan nefistir. Faydası olmayan ilim ise; amel edilmeyen, halka öğretilmeyen, işe yaramayan ve boş yere insanın zamanını harcamasına sebep olan ilim demektir. Kişinin, dünyevi ve uhrevi sorumluluklarına ait meselelerde ihtisasına giren sahalarda öğrenmesi gereken bilgiler varken, lüks bilgiler, afakî malumat ve meşguliyetlerle uğraşması da, bu lüzumsuz, faydasız ilim grubundan sayılmaktadır.
İnsan mâlâyâniden kaçınmak zorundadır. Mademki, her şeyin bir gayesi ve hikmeti vardır, o halde insanın yaratılışında ve ona verilen bu kısa ömür müddetinde de hikmetler vardır. Kıyamet günü en mutlu insan ise dünya için âhiretini unutmayan, âhiretini dünyaya feda etmeyen ve mâlâyâni şeylerle ömrünü harcamayan insan olacaktır.
Zaman hayatın ta kendisidir. Zamanını boşa geçiren, hayatını boşa geçirmiş olur. Helâl bilinen şeylerde yapılan israf, ödev ve sorumlulukların zamanını yer ve tüketir. Bunun için "Hiçbir israf görmedim ki, yanı başında kaybolmuş bir hak olmasın!" denmiştir.
Nitekim zamanı tanzim ederken, en çok dikkat edilmesi gereken bir başka husus uyku tanzimidir. Başka şeylerde olduğu gibi uykuda da israf edilmemelidir. Düzenli uyku düzenli bir hayatın da vesilesidir. Vücudu dermansiz bırakacak kadar uykusuz kalmak nasıl zararlıysa bütün vakti uyku sarhoşluğunda geçirmek de o derece zararlıdır. Kendilerini rahata alıştıran insanlar günlerinin büyük bir bölümünü uykuda geçirirler. Hâlbuki Islâm getirdiği müeyyidelerle kulun uyku düzenini de kontrol altına almaya çalışmıştır. Kul gece ibadetine teşvik edilmiş, beş vakit namazdan bir tanesi de gecenin sonuna, imsak vaktine konularak, seher vaktinde uyanık olmanın, insanın maddi ve manevi hayatına nasıl kazançlar sağlayacağı beyan edilmiştir."
Bütün bunlar günlük hayatı belli bir düzene sokmak içindir. Yüce Allah (c.c) insanı başıboş ve gayesiz yaratmadığı için kulunun bütün zamanını uykuda geçirerek öldürmesi yerine, günün her saatini her dakikasını, âhireti kazanma adına faydalı hale getirmesini istemiştir.
Çok yemek, çok uyumak gibi, gereksiz yere çok konuşmak da israftır. Akan bir derenin kenarında abdest alırken dahi suyu israf etmemeyi emreden bir dinde, sudan çok daha önemli kelimelerin israf edilmesi nasıl caiz olabilir! Öyleyse, hiçbir gereği yokken, bir mânâ ifade etmeyen boş konuşmalara da çok rahatlıkla zaman israfı gözüyle bakılabilir. Zaten ehlullah da, "Kalbinizi az gülmekle ihya ediniz, az yemekle de temizleyiniz." düsturuyla hareket etmişler ve "az ye", "az uyu", "az konuş" diyerek insanın dünya ve ahiret hayatı adına bu çok önemli üç meseleyi, kendilerine rehber edinmişlerdir. Insan kalbi, ruhî ve fikri hayatı adına bir şeyler anlatıyor ve bunlarla karşısındakilere faydalı oluyorsa onun konuşmasında yarar vardır. Bunun dışındaki konuşmaları ise, istemeden de olsa söz israfi olabilir. O halde yeme, içme, giyim ve kuşamda olduğu gibi, konuşmada da israfa gidilmemelidir.
4. Davranışlarda İsraf:
İslâm dini görüldüğü gibi her türlü israfa karşı savaş açmıştır. Bu sebeple yeme-içmede, zamanda, harcamalarda olduğu gibi davranışlarda da israfa gidilmemesini istemiştir. İsrafin bilinen manası, mal ve para gibi şeylerde yapılan harcama ise de âyet-i kerîmelere baktığımız zaman mü'minin yaptığı bütün hareketlerinde bu ölçüyü muhafaza etmesi emredilmektedir. Bu sebeple insanın, davranışlarında kendisine çizilen haddi aşması da israf sayılmıştır.
Haddi aşarak günah yoluna girmek bir israf olduğu gibi, aynı zamanda kendi nefsine karşı da bir zulümdür. Dünyalık zevkler hususundaki israf (haddi aşma), insanı dünyevi, uhrevi birçok şeyden mahrum bırakabilir. Kulluk ise bir tutarlılık gerektirir ve altından kalkmak o kadar da kolay değildir. Ama bir gün kulluk sorumluluğu bitince hayatını müsrif bir şekilde harcayanlar geriye dönüp baktıklarında, büyük hayal kırıklıklarına uğrayacaklardır.
Kur'ân'da, inkâr ve günahta aşırıya gidip haddi aşanların âhiretteki durumu şöyle ifade edilmektedir: "İşte inkârda ve günahta hadlerini aşanları ve Rab'lerinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Ahiret azabı ise elbette daha şiddetli ve daha devamlı olacaktır." (Tâhâ,127) "Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Onları ve beraberlerinde bulunan dilediğimiz kullarımızı kurtardık, haddi aşanları ise helak ettik."(Enbiyâ,9)
Yüce Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerim'de azgınlık göstererek etrafındakilere zulmeden Firavun hakkında da müsrif ifadesini kullanmıştır: "Böylece, Israiloğullarını gerçekten zelil eden. aşağılayan o işkenceden, Firavun'un işkencesinden kurtardik. Doğrusu, bu adam, haddini aşan, büyüklük taslayan zorbanın (müsrifin) teki idi" (Duhân, 30-31) "Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için bir gurup gençten başka kimse Musa'ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan (müsriflerden) idi." (Yunus, 83)
Aynı zamanda nefsinin arzu ve isteklerine uyarak yeryüzünde fesat çıkarmak isteyenler de müsrifler arasında sayılmıştır: "İşte bundan dolayı İsrail oğullarına kitapta şunu bildirdik: Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış olur. Resullerimiz onlara açık âyetler ve deliller getirmişlerdi. Ne var ki onların çoğu bütün bunlardan sonra, hâlâ yeryüzünde fesat ve cinayette aşırı gitmektedirler." (Mâide, 32)
"Artık Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Sakın işi gücü dünyada fesat çıkarıp nizamı bozmak olan, düzeltme için ise hiç bir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın!" (Şuarâ,150-151) Ayetlerde israf kelimesini haddi aşmak ve aşırı gitmek mânâsında kullanılmıştır.
Görüldüğü üzere, Allah'ın kendisine verdiği akıl nimetini güzel kullanamayıp, şeytanın vesveselerine uyarak kendi nefsinin esiri olan insanlar, bu dünyada kaybettikleri gibi âhiretteki imtihanda da kaybedeceklerdir. Şu kadar var ki, tevbe kapısı herkese açıktır. Günahı ne olursa olsun, samimi bir şekilde Allah'a yönelen, tövbe eden ve O'na teslim olan kullarına Allah da rahmetiyle muamele edecektir. Bu durum Kur'ân-ı Kerim'de şu şekilde ifade edilmektedir:
"De ki: "Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden (bu konuda israfta bulunan) kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, Gafur ve Rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır)." (Zümer, 53)
O halde Müslüman'a düşen öfkesinin, kininin ve şehevi arzularının esiri olmamak, davranışlarında orta yolu takip etmektir. Kur'ân da şu şekilde söylememiz hususunda bize ders vermektedir: "Ey bizim kerim Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı (müsrifliklerimizi) affet! Ayaklarımızı hak yolda sabit kıl ve kâfirler gürühuna karşı bize yardım eyle."(Âl-i İmran, 147
Sonuç
Genel olarak bakıldığında İslâm'a göre şunlar israftır denilebilir:
1. Gayr-ı meşru işlerde en küçük miktar da olsa harcamada bulunmak.
2. Meşrû yollarda kendi kaynaklarının dışına taşmak ya da zevk için harcamada bulunmak.
3. Allah için değil de gösteriş için infakta bulunmak."
4. Herhangi bir şeyde haddi aşmak. Ne zaruret, ne ihtiyaç, ne de güzellik için olmayan fuzuli ve zararlı şeylere ömrünü, malını, elindeki nimetleri harcamak.
İnsana bahşedilen hayat, en büyük nimetlerin başında gelir. Hayata gelip gelmemek bizim elimizde değildir ama onu en güzel şekilde değerlendirmek bizim iradelerimize bırakılmıştır. İnsanoğlu büyük işler başarmak, güzel eserler ortaya koymak için yüce Yaratıcının halifesi olarak dünyaya gönderilmiştir. Ne var ki, birçok lütuflarla donatılarak en güzel surette dünyaya gönderilen insan bunu değerlendiremediği takdirde esfel-i safiline düşme tehlikesiyle de karşı karşıyadır.
İnsanın maddi ve manevi hayatını çökerten en büyük hastalıkların başında israf gelmektedir. Yüce Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerîm'i insanlar için hem bir hidâyet rehberi hem de dünya ve ahiret saadetinin kaynağı olarak göndermiştir. Bu sebeple birçok âyet-i kerîmede de, israfın ne kadar zararlı olduğu, israf edenlerin ise helak olacağı beyan edilmiştir. Kâinatın asıl sahibi Allah (c.c)'tir. Islâm'da hususi mülkiyet asıl olsa da insana verilen her şeyin emanet olduğu bildirilmiştir. Bu sebeple hiç kimse haddi aşarak; "ben kazandım, ben biriktirdim, ben elde ettim, ben yaptım, bu sebeple de istediğimi, istediğim yerde, dilediğim şekilde sarf ederim" diyemez.
Bu dünya bir gün sona erecek ve her kul dünyada iken yaptıklarının tek tek hesabını verecektir. Hiç kimsenin o kaçınılmaz sondan kurtulması mümkün değildir. Hz. Peygamber'in (s.a.s) şu hadis-i şerifi, imtihanın ne derece çetin olacağı hususunda bizlere bir fikir vermektedir:
"Kıyâmet günü dört şeyden suâl edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz; ömrünü nerede harcadığından, ne amelde bulunduğundan, malımı nerede kazandığından ve nereye harcadığından, vücudunu nerede çürüttüğünden." Tirmizi'den bu konuda rivayet edilen hadis-i şerifin başka tarîkinde ise bu dört şeye, gençliğini nerede harcadığı da ilave edilmiştir.
Kâinattaki her şey nasıl bir gayeye yönelik yaratılmışsa, insanın yaratılışı da gayesiz değildir. Ona verilen nimetler de sebepsiz ve gayesiz değildir. Inanan bir kul imtihanın sonunda hüsrana uğramak istemiyorsa, kendisine verilen ömür sermâyesini en güzel şekilde değerlendirme ve hayatının her anını ibadete çevirme gayretinde olmalıdır.
Ayşegül Eskikurt
🍀💚
YanıtlaSil😍🥰💚🍀
Sil