Ya Bir Hayalse Yaşadıkların
Sadece sessizce otur ve hayal et..
Gözlerini açıyorsun..
Hızla akıp giden bir trenin içinde buluveriyorsun bir anda kendini.
Hafızan silinmiş. Neler olduğu hakkında hiç bir fikrin olmadığı gibi, neden orada olduğunu da bilmiyorsun ve hatta kim olduğunu bile.
O kadar hızlı akıp gidiyor ki her şey etrafında, anlamlandıramıyorsun..
Kimdin, daha önce neredeydin, buraya nasıl geldin, hepsi bir muamma.. Hafızanı zorluyorsun ama zihnin tamamen felç olmuş durumda. Hiçbir şey hatırlamıyorsun.
İçinde bulunduğun tren daha önce neredeydi, neler gördü geçirdi, nereden geliyor, nereye gidiyor, bunu da bilmiyorsun. Tek bildiğin gözlerini açtığında kendini orada bulduğun. Yol ve yolculuk hakkında en ufak bilgin yok. Tren seni nereye götürüyorsa oraya gidiyorsun çaresizce.
Dışarı da çıkamıyorsun. Kapılar kapalı. Tek yapabildiğin pencereden akıp giden manzaraları izlemek. Bazı manzaralar o kadar güzel ki, saatlerce durup bakmak ve tadına varmak istiyorsun, ama öyle hızlı hareket ediyor ki yer ayaklarının altında, gördüklerin film şeridi gibi geçmişte kalıyor anında. Şaşırıp kalıyorsun, bütün bu manzaralar sadece bir anlık temaşa için mi, neden? Tren kime ait, geçtiğin güzergah neresi ve sen kimsin? Sorular uçuşuyor zihninde.
Bir yol gösteren olmalı, bütün bunların bir açıklaması olmalı diyorsun kendi kendine. Ama ne? Bulamıyorsun..!
Treni, yolculuğu inkar etmek, kendini inkar etmek gibi bir şey. Çünkü gözlerinle görüyor, hissediyor ve bütün azalarınla yaşıyorsun.
Yolda olduğuna ve tren hareket ettiğine göre öncesi de olmalı. Sen de bir yerden binmiş olmalısın. Hâlâ hareket ettiğine göre de bir hedefi var ve sen de belli bir durağa kadar yolcusun demek ki..
Her durakta bir takım insanlar bindirilirken, bazıları da zorla indiriliyor aşağıya. Tam da rahat etmişken, alışmışken bu seyehata bilmediğin bir yerde terk edilmek de ne? Gitmemek için direnen yolcuların feryatları kulaklarını tırmalıyor. Gidenin de nereye gittiği belli değil çünkü. Sanki bir karanlığa atılıyor kollarından tutulup..
.
Hayal tabii ki..
Gerçekten böyle bir duruma düşseydik ne kadar korkunç olurdu, öyle değil mi? Tam bir distopya..
Ama bir düşünecek olsak dünya hayatının kendisi de böyle değil mi zaten?
Adeta, trenin içinde gözlerini açan yolcu gibi açmışız gözlerimizi dünyaya. Kim olduğumuzu bilmeden, hafızası silik, geçmişe dair hiç bir bilgisi olmadan. Hızla giden bu dünya gemisinde anlık bir yolcu. Öncesi meçhul.. Biz indikten sonra da meçhul hale gelecek bizim için. Sadece bulunduğumuz an elimizde..
Peki kim tutup yol gösterecek? Kim anlatacak bize ne olduğunu. Yolu ve kimliğimizi kim söyleyecek. Elbette ki yolun başını ve sonunu aynı anda gören ve bilen biri ancak sorularımıza cevap verebilecek? Bindiğimiz gemi ya da tren kiminse onun kuralları, kılavuzluğu bizi aydınlatacak.
Oysa biz kendi başımıza her şeyin üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Sahibi dikkate almadan.
Nereden gelip, nereye gittiğimizi umursamadan..
Bir de savunmak için kendimizi, şöyle ekliyoruz sonuna..
Ama ben hatırlamıyorum ki...!
Hatırlamamak, kafa yorup düşünmeye de engel değil ki.. Yeter ki arasın..
O'nu arayan O'nu bulur. O'nu bulan da daha nicesine nail olur vesselâm...
Ayşegül Eskikurt
Yorumlar
Yorum Gönder