Ya Haset Eden Sen İsen
Hasetçiden Allah'a sığınırız da, hiç düşünmeyiz ya kendimiz hasetçi isek, diye..
Ya kalbimizde varsa ve biz henüz farkında değilsek..
O da olur mu, demeyin.. Elbette ki olur..
Bir düşünün..
Öncesinde her şey dört duvarın ardındaydı. Ya da büyük ölçüde öyleydi. İnsanlar dışarıya mahremlerini duyurmayı ar sayardı.
Mesela ihtiyaç sahibine verdiği yağı bile, kimse görmesin diye gece gönderen ve yaptığımız zaten azıcık bir şey, onu da elaleme gösterip sevabını mı yok edelim, diyen insanlar vardı. Ama herkes bu kadar ince değildi tabii ki eskiden de.
Belki gerçekten henüz ahlak bozulmamıştı, belki de toplumda henüz ayıp ya da garip karşılandığı için otomatiğe bağlanmış şekilde davranıyordu insanlar. Alışmışlık saikiyle..
Şu bir gerçek ki, toplum kuralları ve yaptırımları bazen İlahi emirlerin bile ötesine geçebiliyor ne yazık ki insanlar arasında.
Ve bir zaman geldi. Koca koca ekranlar kuruldu evlerin, odaların ortasına. Aileleri, insanları izledik oradan. Yemek masalarını, çay günlerini, yarışmalarını, çarşı pazar alış verişlerini hatta yatak odalarını ve en mahrem hallerini..
Nedense bir süre sonra çok normal gelmeye başladı izlediğimiz her şey. Hatta komşu dedikodusu yerine, TV programlarındaki bilumum şahısların, yarışmacıların vs dedikodusunu yapar olduk.
Ne yedikleri,ne giydikleri, kiminle gezdikleri...
Sonuçta evimize gelmişlerdi ve bizden biriydi onlar artık. Yabancı değillerdi ki. Mahrem olmazdı o yüzden de..
Böyle böyle bir gün bir de baktık ki, onlara benzemişiz.
Meğer hepimizde ne çok beğenilme arzusu varmış. Hepsi açığa çıktı bir anda..
Ama bir şeyi unuttuk..
Mahremiyet dört duvarın ardına çıkınca, haset de alıp başını yürür.
Çünkü böyle bir ortamda ya haset edilen olursun, ya da sen, alenen gördüğün şeylere iç geçire geçire gün gelir hasetçi olursun..
Nasıl, demeyin. Çok açık aslında..
Simdi...
Bir düşünelim..
Mesela..
(Bilumum paylaşımlardan ve gözün günde bilmem kaç kez gördüklerinden hareketle)
Sen okumadın ama o okudu...
Sen kariyer yapamadın ama o yaptı.
Sen bir kitap bile yazamadın ama o sular seller gibi yazdı, çizdi bir sürü.
Sen hayalindeki gibi biri ile evlenemedin ama o evlendi..
Sen iyi bir anne olamadın ( o da nasıl oluyorsa), ama o harika bir anne..
Sen bir şey sahibi olamadın ama onun evi de, oldu arabası da..
Senin evin oldu ama onun bahçeli villası oldu..
Senin çocuğun olmadı onun oldu.
Senin kızın olmadı hep erkek oldu. Senin hep kızın oldu ya da erkek olmadı.
Ama onun hem kızı hem oğlu var.
Senin çocuğun derste yüksek not alamadı ama onun çocuğu her derste yüksek alıyor.
Senin eşin asgari ücret ama onun eşi her gün paraya para demiyor.
Senin eşin iş bile bulamıyor ama onun eşi bilmem hangi şirketin genel müdürü olmuş.
Senin eşin, yakınların veya dostların sana bir nasılsın demeyi bile unutuyor ama onun yakınları sürpriz partiler, kutlamalar peşinde..
Senin çocuğun meslek sahibi olamadı ama onun çocuğu meslek sahibi oldu, hayata atıldı, evlendi, çocuğu da oldu, evi de oldu..
Sen iki kuruşu denkleyemiyorsun ama o durmadan o şehir senin, bu ülke benim gezip gezip duruyor.
Sen evinden adım atamıyorsun, belki hastasın, belki imkanın yok, belki de depesyondasın.
Ama sosyal medyayı alıyorsun eline.. Bir de bakıyorsun ki o kafelerde geziyor. Önünde çaylar kahveler pastalar...
Vs vs vs.....
Ben haset etmeyeyim de kim etsin, diyorsun sonra..
Peki o zaman...
Madem olanı, bu düzeni durduramıyoruz. Almış başını gidiyor bir yerlere.
Ve artık hiç bir şey dört duvar arasında değil..
İnsanlar da haset damarlarını çatlatack şeylerden uzak durmuyorlar. Her halleriyle ön planda olmak, attıkları her adım görülsün ve beğenilsin istiyorlar..
Hepsi tamam da...
Peki benim kalbim ne olacak?
Ben hiç özenmiyorum, gördüklerim beni hiiiç etkilemiyor, demek, çok da afaki kalmıyor mu..?
Öyle bir insan var mı bilmiyorum ama insan olmaz, ancak melek olurdu herhalde..
Hem ortada gıpta damarını tahrik edecek bir dolu şey olsun, hem de nefis bundan hiç etkilenmesin. Bu mümkün mü?
Öyleyse...
Hani haset edenden uzak eyle diye sürekli dua ediyoruz ya..
Biraz da, "Ben de olmayana haset etmekten, insanlara bakıp bakıp kötü düşüncelere girmekten, halimi tavrımı beğenmemekten, bana verdiğine razı olmamaktan, Sana sığınıyorum Rabbim. Ben beceremesem de, Sen benim gözümü, kalbimi, zihnimi, gönlümü muhafaza eyle, nefsimi baştan çıkaracak ve onu kine ve hasede sürükleyecek her ne varsa, onları bana setreyle, kapat" demek gerekmez mi...?
Ayşegül Eskikurt
Yorumlar
Yorum Gönder