Allah (cc) Musibet Diliyle Kullarına Ne Anlatmak İster?
Afetler, hastalıklar gibi dünyevi sıkıntıların çoğunun, sadece günahkar olan kullara verilen bir ceza olduğu zannedilir? Gerçekten öyle midir? Ya da Rabbimiz bize onlarla neyi anlatmak ister acaba?
"Hem öyle bir fitneden sakının ki içinizden sadece zulmedenlere isabet etmez. Ve bilin ki Allah’ın azabı pek şiddetlidir!” (Enfal, 8/25)ayetinden de anlaşıldığı üzere her musibet aslında kahır tecellisi değildir.
Nitekim en ağır ve en zorlu belalar, musibetler, sıkıntılar ve dertler Allah’ın en sevdiği kullar olan peygamberlere, sonra da evliyalara ve onların yolundan gidenlere gelmiştir. (bk. Tirmizî, Zühd, 56)
Demek ki inanan kulların başına gelen sıkıntılar, bir yönüyle, ceza değil aslında mükâfattır. Çünkü Allah verdiği sıkıntılar sebebi ile kuluna farklı lütuflarda, hediyelerde bulunur.
Örneğin Hz. Eyüp (as)'ın hastalığı -haşa- onun günahından mıdır? Elbette değildir ve onun manevi makamının daha da artması içindir. Ümitsizlik olmadığı gibi her hastalığın işlediğimiz günahlardan başımıza geldiğini düşünmek de asla doğru değildir.
Şüphesiz Cenâb-ı Hak kullarının sağlam imana sahip olmasını ister. Kalpteki imanı güçlendirmenin ise farklı yolları vardır. Bunlardan biri de kişinin maruz kaldığı dünya imtihanları karşısında takındığı sağlam duruştur.
Bu, bazen kişinin karşı karşıya kaldığı günahlara karşı koyması ile bazen de başına gelen musibetler karşısında kadere teslim olmasıyla mümkün olur.
Kişi, hastalık ve musibetler karşısında “kadere ve hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine, her şeyin bir imtihan vesilesi olduğuna” iman eder, ondan gerekli dersleri çıkarır, musibeti sabır ve tevekkül ile karşılarsa mükemmelleşir ve tasaffi eder (kemale erer).
Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu şöyle ifade eder:
“Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffî eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.” (Lem'alar, İkinci Lem'a)
Görüldüğü gibi bazı musibetler ve hastalıklar, imanı mükemmelleştirmek, bazı musibetler ise, kişinin dünyaya karşı olan aşırı muhabbetini kırıp Allah’a daha çok yakınlaştırmak içindir. Ceza değildir.
Bunun yanında Kur'an ve hadislerde ifade edildiği üzere, kişinin başına gelen bazı musibetler ve sıkıntılar onun günahlarının neticesi de olabilir.
“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor.” (Şura, 42/30)ayetinde ifade edildiği gibi.
Ancak bunları da yine, kişiye yönelik Allah’ın bir cezası olarak değil de kişinin kendisini düzeltmesi için bir fırsat veya ilahi bir uyarı olarak görmek gerekir. Nitekim bunun müjdesini bizzat Efendimiz (sas) verir bize:
"Bir Müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir gam dokunursa, hatta batan bir diken bile olsa Müslüman'ın başına gelen her bir musibeti, Allah onun günahlarına kefaret kılar.” (Buhârî, Merdâ, 1 Müslim, Birr, 52. Tirmizi, Cenaiz, 1)
Asıl musibet dine gelen musibet yani insanların imandan uzaklaşmasıdır. İnsanların asıl endişe etmesi gereken budur.
Dünyevi musibetler ise bir çobanın koyununu ikaz etmek için taş atması gibidir. Şurada anlatıldığı gibi:
“Asıl musîbet ve zararlı olan dine gelen musîbettir. Dini musibetten her vakit dergâh-ı İlâhîyeye yönelip feryâd etmek gerektir. Fakat dînî olmayan musîbetler, hakîkat noktasında musîbet değildirler. Bir kısmı ihtâr-ı Rahmânîdir. (Rahmani ikazdır) Nasıl ki çoban, başkasının tarlasına girmeye çalışan koyunlarına taş atıp, onlar da o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtârdır, memnûn bir şekilde dönerler. Öyle de çok görünen musîbetler var ki; İlâhî birer ihtâr, birer ikâzdır ve bir kısmı günâhlara kefarettir ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za’fını bildirerek bir nev’i huzûr vermektir.” (Lem’âlar'dan)
Yani kulun yönünü Rabbine döndürmek ve iyi bir kul olabilmek için birer fırsattır.
Nitekim “İbâdet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı bildiğimiz ibadetler. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musîbetlerle, musibete uğrayan kişi o anda, za’fını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahîmine samimi bir şekilde yönelip, O'nu düşünüp, O'na yalvarıp hâlis, samimi bir kulluk yapar. Buradaki kulluğa riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musîbetin mükâfatını düşünse, şükretse, o zaman da her bir saati, bir gün ibâdet hükmüne geçer. Kısacık ömrü, uzûn bir ömür olur.”
(Lem’âlar)
Musibetlerin masum, inanan kullara bir ceza olmadığına bir başka işaret de çocuklardır.
Mâsumlar zümresinde olan günâhsız bebeklerin, çocukların ve mes’ûliyet yaşına gelmemiş küçüklerin bâzı ağır musîbetler altında ızdırâp çekmeleri de, musibetlerin her zaman ceza olmadığı, sadece günahkarlar için olmadığını gösterir.
O yüzden başa gelen musîbetleri yalnızca günâhların ve hataların karşılığı gibi düşünmek, musîbetzedeleri de günâhkar görüp, o nazarla bakmak ayrı bir hatadır.
Halbuki, musîbetlere en ziyâde ma’rûz kalanların ‘günâhsız olan’ Peygamberler olduğunu da hadisler bize haber veriyor.
Dikkat edersek, “Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele.” (Bakara Sûresi, 155.âyet)” gibi âyetlerde kulların imtihân edileceğini ve bu belâ ve musîbetlere sabredenlerin, sabırlarına mukâbil ecîrler, ihsânlar ve uhrevî lütûflara mazhâr olacakları müjdeleniyor.
Bu da bize gösteriyor ki, her musîbet sadece günâhlar sebebiyle değil, daha yüksek uhrevî makâmları kazanabilmek için de verilmekte.
Yukarıda da geçtiği üzere, Cenâb-ı Hakk bir kulunu kendine daha yakın kılmak yâhûd daha yüksek bir makâma ulaştırmak için bir takım musîbetlere ma’rûz bırakır. Eğer kul sabr-ı cemîl gösterirse, o müjdelere nâil olur demektir.
Bu mânâyı te’yîd eden bâzı âyetler de şöyledir:
“Ben de, sabretmelerine karşılık onları bugün mükâfatlandırdım. Evet, onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (Mü’minun Sûresi, 111. âyet)
“Şurası bir gerçek ki, sabredenleri, yaptıkları en güzel işleri esâs alarak mükâfatlandıracağız.” (Nahl Sûresi, 96. âyet)
“Sabretmelerine karşılık onları Cennetle ve ipekli giysilerle ödüllendirir.” (İnsân Sûresi, 12. âyet)
“Biz, kiminizi, kiminiz için imtihân vesîlesi yaptık ki, bakalım sabredecek misiniz?” (Furkan Sûresi, 20. âyet)
Hâsılı: Musîbetler günâhlara kefâret olması yanında, bir de âhirette çok büyük mükâfatlara mazhâr kılmak içindir.
Ya Cennetteki makâmını yükseltmek ve bâzen de sakındırmak şeklinde, Rahmet-i İlâhîye’den kullarına bir ikazdır.
O yüzden musibet dünya imtihanının bir parçasıdır. Kulun aczini, fakrını görmesine sebeptir. Musibet anında sabreden kulun her hali, en halis ibadet hükmündedir..
Yine de kula düşen Allah'tan her daim af ve afiyet istemesidir vesselâm....
Ayşegül Eskikurt
Aminnn🤲🏻
YanıtlaSil🌸🌷🤲
SilAllah razı olsun çok kapsamlı bir çalışma olmuş🤲
YanıtlaSilBen teşekkür ederim, Rabbim sizlerden de razı olsun 🌷🤲
YanıtlaSil