Sesimi Duyan Var mı?
Sesimi duyan var mı..?
"Böyle bir yorgunluğu ancak;
Benzer yolları yürümüş olanlar anlar.!" demiş
Nazan Bekiroğlu.
Belki de dünyanın en zorlu yollarından, en büyük yorgunluklarından biri deprem. Anlamak için yaşamak lazım.
Bazı olaylar vardır, üzerinden yıllar geçse bile, düşündüğünde kalbini titretir, hatta elin ayağın boşanır hatıralar canlandığında gözünde.
Ya da hiç konuşmak istemezsin, hatta hatırlamak bile. Sanki o heyula yeniden hortlayacak ve yeniden sarıverecektir zihnini. Ne varsa ona dair silip atmak istersin. Ama öyle güçlüdür ki, hayatını bıçak gibi ortadan ikiye keser. Ondan önce.. Ondan sonra..
İşte bu da onlardan biri benim için. Saklı bir şeylerin üzerindeki örtüyü bir kenarından tutup, korkarak açmak gibi ondan bahsetmek. Herkesin bir hikâyesi vardır mutlaka ona dair. Ve her deprem haberinde yeniden yeniden canlanır zihinde. Bu da benim hikayem..
.
99 senesiydi. Nice umutlarla gelmiştik bu şehre. 15 günlük gelin iken ayrıldığım vatan topraklarına nihayet dönmüştüm, tam 5 sene sonra. Heyecanla ev tutup, içini döşemiştik. Çok aramıştık ev kiralamak için.. Hatta bir tanesinden vaz geçmiştik son anda.. Nereden bilebilirdik ki, son anda vaz geçtiğimiz o bina, bir gecede bir çok kişinin mezarı olacaktı? Kader kendi örgülerini örüyordu bir şekilde..
Hava çok ama çok sıcaktı. Değil içeride, dışarıda bile nefes almak mümkün değildi. O yüzden çok zor uykuya daldığımı hatırlıyorum. Gece bir anda ortalık müthiş bir şekilde aydınlandı. Ve hemen peşi sıra müthiş bir patlama sesi, ya da bir gürültü duyuldu ki, bizi belki bir metre havaya fırlattı. Ne olduğunu anlayamadan ev, duvarlar etrafımızda fırıldak gibi dönmeye başladı bir sağa bir sola.
Yerin altından gelen o korkunç uğultular aylarca silinmedi zihnimden.
Evin her tarafından çatırtı sesleri geliyordu ve tabi eşyaların bir o yana bir bu yana dökülüp savrulması.
Deprem korkunç bir deneyim ve korkunç bir afetmiş meğer. Rabbimin Kudret sıfatını ilk kez o zaman hissettim derinden derine. Ne kadar güçlüsün Rabbim, dedim ve gerçekten o güç karşısında ilk kez bu kadar ürperdim.
45 saniyeymiş.. Sonradan öğrendik ama bana yıl gibi gelmişti sanki. Aklımız başımıza geldiğinde, yavrumuza koştuk. O zaman anladım işte ben mahşerin ne olduğunu. Saplanıp kalmıştık çünkü ilk başta yerimizde. Oğlumun olduğu odanın kapısını açamayınca ne kadar korktuğumu hatırlıyorum. Meğer eşyalar düşmüş kapı arkasına. Oğlumu kucağıma aldığımda yeniden doğmuş gibi hissetmiştim.
Aşağı inelim, dedi eşim. Bir çok cam kırığına basmışım can havliyle. Ama ilginç bir şekilde hiç bir çizik yoktu sonrasında.
Kapı önüne dolap düşmüş onu kaldırmışım tek başıma, hiç farkında değilim.
Sonradan eve tekrar girdiğimizde anladık bunları, şok olmuştum o zaman. Adrenalin insana çok farklı tesir ediyormuş öğrendiğime göre.
Aşağı indiğimizde sanki dünyanın sonu geldi, kaçacak yer yok, yeryüzü yarılıp bizi yutacak zannetmiştim.
Oysaki çevrede herkes açık alanlara gidelim, diyordu. Elektrikler, sular kesik, insanların yüzleri dehşet içinde, gözler yuvalarından fırlayacak gibi. Ve müthiş bir titreme vardı dizlerimde. Bir türlü kontrol edemediğim. Hâlâ hatırladığımda nefesimi daraltan bir titreme.
Gün ışıdığında korkunç gerçek yüzünü gösterdi. Yıkılan evler, talan edilen marketler, keder dolu yüzler ve ev olduğuna bin şahit gerektiren moloz yığınları üzerindeki iş makinaları. Hâlâ hayalimden gitmiyor görüntüleri. Ve zannederim ömür boyunca da gitmeyecek.
Daha geleli bir kaç ay olmuşken, bir gecede yüzlerce insana mezar oldu âdeta güzelim şehir. Aynı anda Azrailin nefesi dolaşmış üzerimizde. Bazı yerlere dokunmuş, bazılarını atlamış.
45 saniye yetti her şeyi alt üst etmek için. Her yıkılan evle birlikte toprak altına giren canlar ve kaybolan hayaller. Geride kalanlar içinse ayrı imtihanlar.
O yığınlara bakınca ister istemez düşündüm: Hani insanoğlunun mal mülk biriktirme çabaları? Hani kendini üstün görerek her şeyin sahibi gibi davranma hevesleri? Bir anlık nefes değil midir bizi var veya yok ediveren?
Deprem en büyük ders ve ibret değil midir yaşayanlara? Acizliğin, çaresizliğin adı değil midir?
Ve aslında insanoğlu depremini kendi eliyle hazırlıyor bir taraftan da. Deprem gerçeğine uygun yapılmayan evler, binalar bir çok masuma sebep oluyor. Ne büyük bir vebâl..
Ve insanoğlu yaşadıklarını da unutuyor sonrasında. Dünya yine çeliyor aklını, sanki ebedi bir hayata sahipçesine, sarılıyor ona yine kopmamak üzere.
Va esefa...
Oysa hayat nice farklı depremlerle sarsıyor üst üste, yaşadıkça.. Gördükçe..
Bazen evin, barkın yıkılıyor üstüne. Bazen kurduğun yalancı dostlukların altında kalıyorsun çaresizce. Bazen de en yakınların, hiç tahmin etmediklerin yıkıyor dünyayı başına. Her şey alt üst oluveriyor bir gecede. Hayatın bir anda değişiveriyor, bir haksızlık depremiyle birlikte.
Öyle bir enkazın altında kalıyorsun ki, elin bile ulaşamıyor.
Sarsılıyorsun..
...
Her deprem, hayatındaki her tür yıkım, bir iz bırakıyor zihninde. Öncesi ve sonrası ayrılıyor bıçak gibi. Kalakalıyorsun o yıkıntıların altında. Sadece umudun tutuyor seni ayakta.
Ve sesini duyurmaya çalışıyorsun var gücünle.
Ya da hatırlamamak için üstünü örtüyorsun koca bir örtüyle..
Ayşegül Eskikurt
Yorumlar
Yorum Gönder