Ya Hayır Söyle Ya da Sus
İnsanlara ve onların gerekli gereksiz sözlerine karşılık vermek hoşumuza gider çoğu zaman. Oysa sessizliğin de kendince bir güzelliği vardır arka planda, bazen göremediğimiz.
Ama bilmediğimiz ya da bilip de göz ardı ettigimiz bir şey var. Yerinde bir sükût, insana hem huzur verir, vakar bahşeder, kalbî derinlik kazandırır hem de kurtuluşa ermeye vesile olur.
Nitekim Efendimiz (sas)“Susan kurtuldu.” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 50/2501; Dârimî, Rikâk, 5)
Konuşma adabı çok da önemsemediğimiz bir şey. Dilimize ne gelirse ortaya saçıveriyoruz bazen düşünmeksizin.
İşte tam da bu noktada, her okuduğumda beni ürküten ama diğer taraftan da ümitlendiren şu rivayet aklıma gelir.
Sehl İbni Sa'd'den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sas) şöyle buyurmuş: "Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm."
(Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61)
Cennetin garantisi..
Hz. Rasul'ün teminatı..
Yapabilen için iki şey..
Çok mu kolay?
Yoksa çok mu zor?
Toplumları helak eden, bozan, kişileri insanlıktan çıkaran da bu ikisi değil mi zaten?
Dilini tutamayanlar.. Entrika peşinde koşanlar. Birilerinin ayıbını, kusurunu araştırıp gıybet edenler. Bir başkasının ya da başkalarının arkasından yalan yanlış konuşup, kuyusunu kazanlar. O dil ile iftira edenler.
O dil ile, kibrine esir olup da insanlarla dalga geçen, onları ayıplayan, küçümseyen ve hakaret eden, kalpleri kıranlar.
O dil ile insanların onuruna, şerefine, namusuna küfreden, gözü nefretten, kinden kızarmış, ağızlarından köpükler saça saça, sırf kendini tatmin için, büyük küçük demeyip bağırıp çağıranlar..
Çıkardığı entrikaları, dedikoduları yayarak, kişiler bazında ailelerin, toplum bazında milletlerin bozulmasına sebep olanlar..
Hayra kullanması için verilen dili, büyü ve benzeri şeylerde kullanarak, okuyup üfleyerek ya da beddua ve lanet sözleri ile değersiz hale getirenler..
Ne güzel söyler Mevlana:
"Ey dilim,sen benim hem servetimsin hem felaketim. Beni abad eden de sensin berbad eden de. İyi kullanıldığında harmanımsın kötü kullanıldığında şimşek. Ey kırmızı dil, bir ateş parçası gibi harmanımı yakıp küle çevirdin!"
Ve yine dili tarifte Yunus'un şu dizelerinin üstüne söz olmaz herhalde:
"Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Dem ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz"
...
Peki ya hadiste bahsi geçtiği üzere diğerini tutamayanlar..
Hayatı sadece belden aşağı ve şehvetten ibaret görüp, akla ve ulvi değerlere ulaşamayanlar.
Ailelerini bir hiç uğruna kırıp dökenler. Gizli saklı hayat yaşayanlar.
Nefsine hakim olamayıp, nikah gibi önemli bir kurumu da gereksiz görüp, canının istediği gibi yaşayanlar.
Bazen aynı cinsle, bazen karşı cinsle, nefsinin gösterdiği yere dolu dizgin gidenler.
Helal daire keyfe kafi iken, haram olanların yanında bir de kendi kızını, çocuğunu, torununu bile taciz etmekten, istismardan çekinmeyen meş'ûm ve bedbaht ruhlular.
Başkasının hanımına, beyine gözünü dikip, aileleri parçalayanlar..
Meşru olmayan ilişkiler içine girerek, sonucunda meydana gelen günahsız yavruları ölüme terk edenler..
Bütün bunlar ilk akla geliverenler..
Zabturapt altına alınması gereken iki uzuv.. Ve üzerinde ciddi sosyolojik çalışmalar yapılmayı hak eden Söz Sultanı'nın (sas) beyanı..
Demek ki bu ikisinin bozulması insanlığın topyekun bozulması için yeter de artar bile.
Hatta dil yani söz ve konuşma, diğerini de tetikliyor çoğu zaman. Ve her şey bir söz ile başlıyor bazen. Her şeyi güzelleştirmek de, alt üst etmek de dilden çıkanlarla mümkün olabiliyor.
Ne güzel nasihat ediyor bize Allah Rasûlü (sas). Bir gün Rasûlullah Efendimiz (sas) devesinin üzerinde, arkadaşları da O’nun önünde yürüyorlar. İşte o sırada Muâz bin Cebel (ra):
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen’i rahatsız etmeyeceksem, yanına yaklaşmama izin verir misin?” diye sorar.
Efendimiz de:
“–Yaklaş, yaklaş!” der ona ve yan yana ilerlemeye başlarlar.
Hz. Muâz:
“–Canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâzım, bizim emânetimizi Sen’den önce almasıdır. Allah göstermesin, eğer Sen bizden önce vefât edersen, Sen’den sonra hangi ibadetleri yapalım?” diye sorar.
Rasûlullah Efendimiz bu soruya cevap vermez. Bunun üzerine Muâz:
“Allah yolunda cihâd mı edelim?” diye sorar.
Efendimiz şöyle buyurur:
“Allah yolunda cihâd çok güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlı ameller vardır.”
“Yani oruç tutmak, zekât vermek mi?”
“Oruç tutmak, zekât vermek de güzeldir.”
Hz. Muâz, bu minvâl üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döker. Rasûl-i Ekrem her defasında:
“İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” der.
Hz. Muâz:
“Anam, babam Sana kurban olsun yâ Rasûlâllah! İnsanlar için bunlardan daha hayırlı ne olabilir?” diye sorar. Yani hepsini döktüm, saydım, der.
Efendimiz ağzını gösterir ve:
“Hayır olanı konuşmayacaksan sus.” buyurur.
Hz. Muâz:
“Yâ Rasûlâllah! Konuştuklarımızdan dolayı hesâba mı çekileceğiz?” diye sorar.
Bunun üzerine Efendimiz, Muâz’ın dizine hafifçe dokunur, şunları söyler:
“Allah hayrını versin Muâz! İnsanları yüzüstü Cehennem’e sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya faydalı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin!” (Hâkim, IV, 319/7774)
Şöyle bir bakınca geldiğimiz noktaya, "Sadakte ve bil hakkı natakte. Sen hep hak üzeresin ve her söylediğin doğrudur, Allah'ın Sevgili Rasûlü (sas). Seni hak üzere gönderen Allah'a hamdu senalar olsun" diyorum.
Ama görünen o ki, toplumlar eskisinden çok daha hızlı sürükleniyor kendi uçurumlarına.
Oysa ne kolay ve ne güzel bir formül sunmuş Allah Rasûlü (sas) asırlar ötesinden. Hem de kazanma garantili.
Ya da kazanmak istemiyoruz belki de.
Kim bilir?
Ayşegül Eskikurt
Yorumlar
Yorum Gönder