Hz. Musa Kıssası Bize Ne Anlatıyor?


“(Resûlüm!) Kitap’ta Mûsâ’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.” (Meryem 19/51) 

Bize geçmişin perdelerini aralayan, bazen de masal gibi okuyup geçtiğimiz peygamber hikayeleri, aslında yol gösterici niteliği olan, okurken ibret alınması gereken kıssalardır.

Şimdilerde satır aralarında kalmış bu karakterler ve onların geçmişte kalmış maceraları bize nasıl yol gösterebilir, diyebiliriz. Bunun için olayları biraz da kendi nefis ve vicdan penceremizden izlemek gerekiyor. Kendimizi o zamana ışınlamak mümkün olmasa da, hayalen o olayların içindeymiş gibi düşünerek, kendimizi o insanların yerine koyarak, az da olsa o atmosferi hissedebiliriz.

Hz. Mûsa da, hikayesi en çok etkileyen peygamberlerden biridir. Üzerinde ne kadar konuşulsa az gelecek, ibretlik bir hikayedir yaşadıkları.

Kur’ân-ı Kerîm’in otuz dört sûresinde 136 yerde zikredilir ve Kur’an ile sahih hadislerde geçmiş peygamberler arasında kendisinden en çok söz edilen peygamberdir.

Hz. Mûsâ’nın hayatına ve başına gelenlere şöyle bir bakacak olursak, biz bugün olayın sonunu biliyoruz; Hz. Musa nehre atılacak, Firavun tarafından büyütülecek, gelmiş geçmiş en zorlu kavme peygamber seçilecek, denizi yaracak, tevbe edecek, affedilecek ve daha bir çok şey.

Ancak ânın içinde iken ne Hz. Musa ne de İsrailoğulları olacakları bilmiyordu. Dolayısıyla onlar da bizim gibi korkuyor, karamsarlığa kapılıyor ya da bir şeyler için ümit besliyordu. Her insanın yaşadığı ve hissettiği gibi. 

Biz ise bugünden bakınca öykünün içindeki ümitsizlik, korku, gerilim gibi duyguları belki göremeyebiliyoruz. Sadece öylesine okuyup geçiyoruz.

İşte ancak, o “ân” a odaklanır ve o atmosferi zihnimizde canlandırmaya çalışırsak, bu kıssaların ve peygamber imtihanlarının, içinde bulunduğumuz zamanda bize nasıl örnek olacağını anlamak için bir adım atmış oluruz belki.

Bir kaç hadiste Efendimizin Hz. Mûsa için şöyle dediği rivayet edilir:

“Mûsâ Allah’ın sırdaşıdır…” (Dârimî, Delâilü’n-Nübüvve, 8; Tirmizî, Menakıb, 1)

‘Benim Mûsâ’dan daha hayırlı olduğumu söylemeyin. İnsanların hepsi (kıyamet günü) bayılacaklar. Fakat ilk ayılan ben olacağım. O anda bir de göreceğim ki, Mûsâ, arşın bir tarafına sıkıca tutunmuş duruyor. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden önce mi ayıldı, ya da baygınlıktan Allah’ın müstesna kıldığı kimselerden miydi?”
(Buhârî, Enbiya, 31,Tefsîru’l Kur’ân, 7; Rikâk, 43; Tevhid, 31; Müslim, Fedâil, 160; Ebû Dâvud, Sünnet, 13)

Abdullah b. Mes’ûd (ra) naklediyor: “Peygamber (sas) -Huneyn ganimetlerini paylaştırdığı zaman- Ensar’dan bir kişi: ‘Bu Allah’ın rızası gözetilmemiş bir taksimdir.’ dedi. Ben de bu sözü işitince gidip Peygamber’e haber verdim. Peygamberimizin yüzü değişti. Ben keşke bu durumu haber vermeseydim diye düşündüm. Sonra: ‘Allah’ın rahmeti Mûsâ’nın üzerine olsun! Yemin ederim ki Mûsâ bundan daha çoğu ile eziyet gördü.”
(Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, I, 396, 411, 441; Buhârî, Enbiya, 28; Edep, 53, İsti’zân, 47; Müslim, Zekât, 140, 141; Tirmizî, Menâkıb, 63)

Şimdi kendimizi bir lahza da olsa Hz. Musa’nın yerine koyup onun korku ve ümitlerine ortak olmayı deneyelim.

Yahudi geleneğine ve Kitâb-ı Mukaddes’e göre (Resullerin İşleri, 7/22) Hz. Mûsâ aristokratlara has bir eğitim almış, dönemin en kültürlü halkı olan Mısırlılar’ın bütün ilimlerinde yetiştirilmiş ve gerek sözlerinde gerekse işlerinde kudretli bir kimse olmuştur. Filozof Philon, Asur, Kalde ve gizli Mısır öğretisi dahil olmak üzere Hz. Mûsâ’nın öğrendiği bütün ilimleri sıralamakta, kralın torunu ve tahtın vârisi diye kabul edilmesine rağmen, zenginlikler ve eğlenceler arasında mütevazi ve iffetli olarak kalan ve bir filozof gibi hayat süren bu gencin faziletinden övgüyle bahsetmektedir. Hz. Mûsâ, tahta yakın bulunması sebebiyle devlet yönetiminde üst görevler için yetiştirildiğinden kuvvetle muhtemeldir ki Mısır hiyeroglifi yanında çivi yazısını da öğrenmiş ve askerî, siyasî, idarî, diplomatik alanlarda yetişmiştir (NDB, s. 503). Josephus’a göre Firavun, Mûsâ’yı Habeşistan seferinde ordunun başına getirmiş ve Mûsâ zafer kazanarak geri dönmüştür (Mangenot, DB, IV, 1192)Ayrıca Kenan illerindeki Sami ırkları ile iyi ilişkiler kurulmasında rol oynadığı söylenir.

Hz. Mûsâ’nın çok hayâ sahibi bir kişi olduğu, İsrâiloğulları’nın bir arada ve çıplak yıkanmalarına rağmen onun tek başına yıkandığı hususu hadislerde yer almaktadır. (Buhârî, “Ġusül”, 20).

Efendimiz (sas) Hz. Mûsâ hakkında; “Mûsâ çok hayâlı bir kişi idi.” buyurmuştur. (Ahmet b. Hanbel, el- Müsned, XVI, 39 6; Buhârî, Tefsîr, (Ahzâb) 11; Müslim, Fedâil, 156; Tirmizî, Tefsir, 34)

Hz. Musa Allah tarafından seçilmiş en değerli insanlardan biridir. Hem vazifesi gereği hem de karakter olarak. 

Tevrat’ta ve Kur'an'da uzun uzun anlatılır Hz. Mûsâ’nın hayatı ve mücadelesi.

400 küsür yıl eziyete, esarete, köleliğe ve cehalete maruz bırakılmış bir halkı, yeniden hayata döndürmek, ulvi bir gaye ve hedef uğruna kenetlenmelerini ve güçlenmelerini sağlamak hiç kolay değildir çünkü. Dirayetli, güçlü bir önder gerektirir.

Ayrıca yıllarca ailesi bildiği birisinin karşısına geçmek ve yaptığı haksızlıkları yüzüne vurmak da hiç kolay değildir.

Nitekim Hz. Mûsâ, kardeşi Hârûn ile birlikte Mısır’a dönerek Firavun’a Allah’ın elçileri olduklarını bildirip ondan İsrâiloğulları’nı kendileriyle beraber göndermesini isteyince Firavun şöyle der: “Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yılını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın işi de (adam öldürmeyi) yaptın! Sen nankörün birisin!”

Günler geçtikçe Firavun küfründe ısrar eder, İsrâiloğulları’na baskı ve zulüm daha da artar.

Bunun üzerine Hz. Mûsâ dokuz mûcize gösterir. Bunlar asâ, beyaz el, tûfan, çekirge, haşere, kurbağa, kan, karanlık, Kızıldeniz’in yarılması olarak gösterildiği gibi asâ, beyaz el, denizin yarılması, kayadan su fışkırması, bulut, levhalar, Cenâb-ı Hak ile konuşma, bulutun gölge yapması ve Mûsâ’nın yetmiş kişiyi seçmesi olarak da gösterilir. (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “Mûsâ” md.).

Firavun ve Mısır halkına bu musibetlerden her biri geldiğinde, onlar Hz. Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı salıvereceklerini söyler, fakat azap kalktığında sözlerinden dönerler. (el-A‘râf 7/130-135; el-İsrâ 17/101).

Allah’ın elçisini dinlememesi, ona karşı gelmesi sebebiyle Firavun ve ailesi yıllarca kıtlık ve ürün azlığıyla imtihan edilmiş (el-A‘râf 7/130), üzerlerine tûfan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderilmiştir (el-A‘râf 7/133). Firavun ve kavminin yaptıkları ve yükselttikleri şeyler yıkılmış (el-A‘râf 7/137), Firavun ve beraberindekiler denizde boğulmuştur (el-Bakara 2/50; el-A‘râf 7/136; el-Enfâl 8/54).

Yahudi kaynaklarına göre hayatının kırk yılı Mısır'da (peygamberlik öncesi), kırk yılı Medyen'de (yani peygamberlik sonrası), kırk yılı da çölde geçmiştir.

Rivayete göre Hz. Mûsâ, İsrâiloğulları’ndan Tevrat’a uyacaklarına dair söz aldıktan kırk gece veya kırk gün sonra kavminden ayrılmış ve onu bir daha gören olmamıştır. Mezar kazan meleklere rastlayan Hz. Mûsâ kabrin kendisine ait olmasını arzu edince isteği kabul edilmiş ve kabre girdiğinde ruhunu teslim etmiştir.

Hz. Mûsâ ölümü esnasında mukaddes diyara bir taş atımı mesafede ruhunun alınmasını istemiştir. Aynı rivayete göre, bu anlatımın sonunda Resûlullah’ın: “Vallahi ben orada olsam onun yol kenarındaki kırmızı kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim” dediği nakledilir (Sa‘lebî, s. 188-190).

Hz. Mûsâ Kur’an’da şu özellikleriyle anılır:
O hem resul hem nebîdir, ihlâs sahibidir (Meryem 19/51). Allah’ın risâletleriyle ve sözleriyle insanlar arasında seçkin kılınmıştır (el-A‘râf 7/144).bAllah’a, fısıldaşan kimse kadar yaklaşma şerefine nâil olmuştur (Meryem 19/52). Allah tarafından seçilmiştir (Tâhâ 20/13). Allah tarafından ona sevgi verilmiştir ve O’nun nezâretinde yetiştirilmiştir (Tâhâ 20/39). Allah onu kendisine elçi seçmiştir (Tâhâ 20/41). O güvenilir ve şerefli bir elçidir (ed-Duhân 44/17-18). Allah katında şerefli biridir (el-Ahzâb 33/69). Güçlü ve güvenilirdir (el-Kasas 28/26). Mümin kullardandır (es-Sâffât 37/121-122).

Hayatının farklı dönemlerinde farklı şekillerde imtihan olan Hz. Mûsâ’nın üç duası dikkat çeker.

Bunlardan bir tanesi yanlışlıkla bir Mısırlı'nın ölümüne sebebiyet verdiği içindir. 

Olayın nasıl olduğu tam anlatılmaz Kur'an'da. Hz. Musa bir anda kendisini bir kavganın ortasında bulur. Müdahale edip etmemek arasında bir tercih yapar. Ve haksız olduğunu düşündüğü Misirliya engel olmak isterken yanlışlıkla da olsa ölümüne sebep olur.

O esnada pişmanlık sarar bütün benliğini ve ta içinden gelerek af diler.

رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي
“Rabbim ben nefsime zulmettim, beni bağışla.” (Kasas, 28/16)

Hz. Musa’nın duasında geçen “nefsime zulmettim” şeklindeki ifadeyi, diğer peygamberlerin dualarında da (örn. Adem ve Yunus peygamberler)görmek mümkün. 

Duanın akabinde insanı ümide yönelten, içini sımsıcak saran şöyle bir ifade yer alır Kur'an'da:

فَغَفَرَ لَهُ
“(Allah da) onu hemen bağışlayıverdi.”

Yani Hz. Musa Allah Teala’dan mağfiret dilemiş ve Allah da onu hemencecik bağışlamıştır.

Yani samimi bir dille, içten gelen bir pişmanlıkla yapılan duanın Allah katında hemen karşılığını bulmasına en güzel örneklerden biridir.

Yaptığı hatanın daha sonra gün yüzüne çıkması ile birlikte, bulunduğu yerden dışarı atar kendini Hz. Musa.

Belki Firavun’u inandıramama ve canını koruma endişesi ile uzaklaşır oralardan.

Yürüyerek 8 günlük bir mesafede olan Medyen'e gelir. 

Hayal edecek olursak, Hz. Musa, kendi öyküsünün içinde toplumunun “ötekisi” olan biridir. Ne tam Mısırlı'dır. Ne de esaret altındaki İbraniler gibi eziktir. Sarayda yetişmiş, belki de idari bir pozisyon almak üzere eğitimden geçmiş iken, istemeden işlediği bir cinayet sonucu, ait olduğu toprakları terk etmek zorunda kalır. Hiç bilmediği bir yerde, kimsesiz, çaresizce günlerce yol alır ve nihayet bir kuyunun kenarına oturur. Yorgundur, aç susuz, perişan bir haldedir. Arkasında belki kaç tane de suikastçı vardır diğer taraftan.

Kendisi böyle bitap ve belirsizlik içinde iken bile yardım etmekten geri durmaz, kuyu başındaki iki kıza sulama sırası için yardımcı olur. Sonra bir kenara çekilir ve şöyle bir dua dökülür dilinden:

رَبِّ إِنِّى لِمَآ أَنزَلْتَ إِلَىَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ
“Rabbim. Bana indireceğin her türlü hayra muhtacım.” (Kasas, 28/24)

Çaresizliğin dile dökülmüş en güzel şeklidir bu dua. Nitekim Hz Musa bu dua ile acziyetimizi hatırlatıyor bizlere. Bir gün sarayda varlık içinde iken; bir gün sonra kuyunun kenarında bir başımıza bulabiliriyoruz kendimizi. Hayatımız ne kadar iniş çıkışlı. Ve bizler de nimet içinde olduğumuzda da, musibete uğradığımızda da, Rabbimizden gelecek her türlü hayra muhtaç değil miyiz?

Ve aradan zaman geçer. Hz. Musa Rabbi tarafından en büyük vazife için seçilir. Uzunca bir zaman en adi işlerde çalıştırılmış, her türlü zulme uğramış, esaret içinde yaşamaktan özgürlüğün ne olduğunu bile unutmuş, cehalet içinde bırakılmış bir topluluğa Allah’ın emrini ulaştırmak ve onları tarihin gördüğü en büyük zalimlerden birinin elinden kurtarmak.

Üstelik bu kişi nehirdeki bir sepette bulunduktan sonra himayesi altına girdiği ve ömrünün önemli bir kısmını bizzat sarayında beraberce geçirdiği bir devlet başkanı.

İşte bir gün, hem de bu devlet başkanından, işlediği bir suç sebebiyle kaçmış, uzakta bir yerde iken, onu ve onun temsil ettiği tüm sistemi karşısına almasını gerektirecek bir emre muhatap oluyor. Kolay olmasa gerek?

Kur’an’da yetmiş dört yerde geçen Firavun, Hz. Mûsâ’nın karşısında yer alan, büyüklük taslayan, böbürlenen, ilâhlık iddiasında bulunacak kadar kendini beğenen, Mûsâ’nın tanrısına ulaşmak için kuleler yaptıracak kadar taşkınlık gösteren, halkını küçümseyip zayıfları ezen, gerçeklere sırt çeviren bir kral olarak tasvir edilmektedir. Çeşitli âyetlerin, Firavun’u fert olarak ele almaktan çok onu erkânıyla birlikte zikretmesi dikkat çekicidir. Bir çok âyette Firavun’un ailesi (âl-i Fir‘avn), avenesi (mele’), kavmi ve askerleriyle (cünûd) birlikte anılması (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “firʿavn” md.) onun tek bir kişi olmaktan ziyade bir sembol olarak takdim edildiğini göstermektedir.

Hz. Mûsâ insanlık tarihinde hak, adalet ve sağduyuyu temsil eden nübüvvet zincirinin bir halkasını oluştururken Firavun, Kārûn, Hâmân ve taraftarları bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedirler. Bu anlayışın daha önceki temsilcileri Nûh, Âd, Semûd ve Lût kavimleri, Eykeliler, Res ashabı ve Tübba‘ milletidir (bk. Âl-i İmrân 3/11; el-Enfâl 8/52-54; el-Furkān 25/38; Sâd 38/12-13; Kāf 50/12). Hz. Mûsâ’nın tebliği sadece Firavun’a değil onun etrafında bulunan kişilere de yönelik olmuştur. Kur’an, bunların zaman zaman Firavun’u Mûsâ ve ashabına karşı kışkırttıklarını haber vermekte (el-A‘râf 7/127), bunların kötü âkıbetlerini örnek olarak göstermektedir (el-Enfâl 8/52, 54).

Düşünün ki, kainattaki düzeni sağladığına inanılan yegâne tanrı-kral, binlerce kişilik ordusu, yüzlerce kişilik maiyeti, teknikte zirve yapmış bir toplumda yetişen nice mühendisler, resim ve süslemede çığır açmış sanatkârlar, sihirbazlar, yüzlerce yıldır süregelen köklü gelenek, sistemden menfaati olan sair binlerce insan ve daha niceleri. Siz ise bu yekûna karşı neredeyse tek başınasınız. Herkesi karşınıza alıyor olacak ve maddi herhangi bir dayanağınız olmadan saraya gideceksiniz. Sadece davet edecek, hatırlatacaksınız. Dile, beyana, sözlere başvuracaksınız. Bir hükümdarın, hem de tanrı olma iddiası taşıyan ve iddiası toplumsal olarak da karşılık bulan bir hükümdarın karşısına çıkarak yüzüne karşı açıkça muhalefet edeceksiniz.
Böyle bir durumda ne canınız, ne malınız, ne de geleceğiniz güvendedir. Askeri bir desteğiniz ya da toplumsal bir şöhretiniz de yok ise, kelimelerden başka neyiniz vardır?

İşte böyle bir halde iken, üzerindeki ağır yükün etkisiyle şu dua dökülüyor dilinden o mübarek insanın:

رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي
وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي
يَفْقَهُوا قَوْلِي
“Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimden tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.” (Taha 25-28)

Göğsü daralan peygamber, böylece gönlünün genişlemesini, işinin kolaylaşmasını istemiştir. 

Üç dua..
Her biri ayrı bir ders niteliğinde.. 

Aslında Hz. Musa (a.s)'nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret de değildir.

Hak ile bâtıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çıkmasından beri devam edegelmektedir.

İnsan kıssayı baştan sona okuduğunda Mısır halkının başına gelen felaketlere ister istemez hayretle bakıyor. Felaket üstüne felaket. Nice çoluk çocuk, hayvan, ürün mahsul de o felaketlerden helak olup gitmiş. Ama geniş düşününce yüz yıllar boyunca zulmedilmis bir kavim var ve ne yazık ki o şehirdeki insanlar yani Firavun halkı bu zulme sessiz kalmış, belki desteklemiş, belki hoşlarına gitmiş. Ya da Firavunu karşılarına almaktan korkmuşlar. Ve Allah’ın cezası, helâkı geldiğinde sebep olanları kasıp kavuruyor maalesef.

Uzun bir mücadele. Ders alınacak ve anlatılacak çok yanı var.

Allah’ın selamı, rahmeti bereketi o güzel Peygamber’in ve Ona hakkıyla inanan kullarının üzerine olsun..
Ayşegül Eskikurt 

Kullanılan kaynaklar:
- TDV İslâm Ansiklopedisi, Hz. Musa ve Firavun maddeleri 
- Şamil İslam Ansiklopedisi, Hz. Musa maddesi
- Hz. Musa ve Üç Duası, Mahmut Zahit Ergün.

Yorumlar

  1. Aslında zaman denen şey geçmiyor biz içindeyiz diye düşünüyorum bazen💙

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

En Güzel Mevsim

Mükâfat Beklentisi

Bir Veda.. Bir Muhasebe..