Söz


"Rabbinin Âdem evlatlarından, misak aldığını da düşünün: Rabbin onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların kendileri hakkında şahitliklerini isteyerek “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? ” buyurunca onlar da “Elbette! ” diye ikrar etmişlerdi. Kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu! ” yahut: “Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah'a şirk koştular, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o bâtılı başlatanların yaptıkları sebebiyle bizi imha mı edeceksin? ” gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu ikrarı(sözü)aldı." A'raf, 172-173

"Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir." Ahzab, 72

Evet insan bir söz vermiştir.
Vaktiyle o sözü verdiğini şimdi hatırlamasa da, şu anda içinde bulunduğu şartlarda, verdiği bu sözü kabullenmekte zorlansa da hakikat budur. Kendisi, bile isteye böyle ağır bir yükün altına girmeyi kabul etmiştir.

Belki imtihanın şartlarından biri de, söz verilen o anın unutulmasıdır. İnsanın böylece Dünya hayatına gözlerini açtığında, kendisine verilen akıl ile verdiği sözü hatırlaması istenmektedir.

Öte yandan Kâinatı en güzel şekilde vâr eden Yüceler Yücesi, insanı hiçbir bir an boş bırakmamış, kitaplar ve elçiler ile verdiği sözü defalarca hatırlatmıştır insanoğluna.

Yukarıda bahsi geçen, Allah ile yaptığımız antlaşma ve verdiğimiz söz, O’nu ilâh olarak tanımak, O’na asla ortak koşmamak ve emirlerine uyup yasaklarından uzak durmak hususlarındadır.

Kur’ân-ı Kerîm’deki:

“Ey âdemoğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi? Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur, demedim mi?” (Yâsîn sûresi, 60-61) âyetleri bize bu sözleşmeyi hatırlatmaktadır.

Allah ile kul arasındaki sözleşmeyi, karşılıklı haklar ifadesiyle ele alan şu hadîs-i şerîfi burada hatırlamak uygun olacaktır.

Peygamber Efendimiz (sas) bir gün Muâz İbni Cebel’e:

- “Ey Muâz! Allah’ın kullar üzerinde, kulların da Allah üzerinde ne hakkı vardır?” diye sormuş, Muâz’ın:

- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, demesi üzerine de şu cevabı vermişti:

- “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, onların sadece  kendisine kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır. Kulların da Allah üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayanlara azâb etmemesidir.”
(Buhârî, Cihâd 46; Müslim Îmân 48, 49)

Resûl-i Ekrem Efendimiz kulun Allah ile olan bu antlaşmasına, “seyyidü’l-istiğfâr” hadisinde görüleceği üzere, sık sık temas ederek şöyle buyururdu:

- “Allahım! Gücüm yettiği kadar ahdine ve va’dine sadâkat gösteriyorum.” 
(Buhârî, Daavât 16).

Verilen söz, hem Allah'a hem de insanlara verilenlerin kapsar. Şüphesiz insanların da kendi aralarında belgeye bağlanmış antlaşma ve akidleşmeleri vardır. Bunlardan ilk akla gelen, bir arada yaşamanın gereği olarak yapılan alım, satım, borçlanma, kira, şirket, hibe gibi işlemlerdir. Diğer milletlerle yapılan antlaşmalar da bu gruba dahil edilebilir.

Hangisi olursa olsun, temelde bütün antlaşma ve akidleşmelerin bağlayıcı özelliği vardır. Yaptığı antlaşmalar sebebiyle büyük bir sorumluluk yüklendiğini hissetmeyerek verdiği sözde durmayan kimseler, önce Dünya'daki kanunlar karşısında hesaba çekilirler.

Bütün antlaşmalar da yine Allah adına verilmiş birer söz olduğu için, sözünde durmayanlar Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hem bu sebeple hem de kul hakkını çiğnemeleri sebebiyle ilâhî cezaya mahkûm olurlar.
(Riyazussalihin)

Her ne sebeple olursa olsun, Allah ile yaptığımız antlaşmayı bozmanın  sonuçlarını hatırlatan âyet-i kerîmelerden birinde:

“Kim ahdini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefâ gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir” (Fetih, 10) buyurulmaktadır.

Bir başka âyette Allah Teâlâ kendisine verilen sözü ve sonucunu şöyle hatırlatmaktadır:

“Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâ’dettiklerimi vereyim” (Bakara, 40).

Ne ki, insanın söz verdiği imtihan zor ve çok çetindir. İmtihan kapsamında yer alan ve insanın söz vererek kabul ettiği bazı şeyler şu ayeti kerimede de ifade edilmiştir:

"Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla imtihan ederiz. Sen sabredenleri müjdele!
Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde, “Biz Allah'a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O'na döneceğiz” derler." Ali İmran, 155-156

Evet insan bir söz vermiş, o söze bağlı olarak, zor olan Dünya sınavını da kabul etmiştir. Bu söz onun Rabbine olan bağlılığının ve itaatinin de göstergesidir aynı zamanda.

Ama ne yazık ki, iş öyle olmamış, Dünya bütün cazibesi ve baş  döndürücülüğü ile öyle meşgul etmiş ve aklını çelmiş ki ortada ne söz kalmış, ne de ahit.

Nefis şeytana uymuş, imtihanda olduğunu unutmuş. Unuttukça daha da uzaklaşmış, uzaklaştıkça daha da unutmuş.

Ama hesap anında her şeyin ortaya döküleceği gibi verilen ve yerine getirilmeyen bu sözün de hesabı sorulacak elbette.

Tabii ki kimse kendini suçlu görmeyecek, bahaneler arayacak kurtulabilmek için. Hatta insanı yoldan çıkarmaya azmetmiş Şeytan bile:

"İş olup bittikten sonra şeytan da şöyle diyecek: “Şüphesiz ki Allah, size gerçek bir söz verdi, ben de size bir söz verdim ama sözümde durmadım. Zaten benim sizin üzerinizde bir otoritem de yoktu. Yalnızca ben çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. (Öyleyse) beni kınamayın. Yalnızca kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Gerçek şu ki; daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı da reddetmiştim. Şüphesiz ki zalimlere can yakıcı bir azap vardır.” (İbrahîm, 22)

Peki öyleyse..
Verdiğin söze ne oldu, kendine insan diyen İnsan..?

Bir günah çıkmazında, ya da bir köşe başında mı kaybettin onu da yoksa?

Ayşegül Eskikurt

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

En Güzel Mevsim

Mükâfat Beklentisi

Bir Veda.. Bir Muhasebe..