Hayatın En Büyük Gerçeği

Malum soru:
"Rahmetli kaç yaşındaydı?"

Hep merak ederiz aramızdan göçüp giden insanların şu dünya hayatı serencâmını.
Hangi senede doğdu, hangi yaşında neler yaptı, kaç yaşında vefat etti? Hasta mıydı yoksa bir anda mı vefat etti?

Vefat eden kişi küçükse, gençse vah vah çekeriz kendimizce, şu dünyadan kâm almadan, hayallerine ulaşamadan gitti, diye.

Biraz daha büyükse ve çoluğa çocuğa da karışmışsa, gün yüzü göremedi, yazık geride gencecik eş, küçük evlatlar bıraktı, diye hayıflanırız. 
Aslında biraz da gidenden çok kendimize ağlarız. Bazen birlikte çok vakit geçiremedigimiz için doyamadığımız sevdiklerimize, bazen de şu dünya hayatında annesiz babasız büyümek zorunda olan yavrulara..

Ama 60'dan sonra, hele de 70'ini, 80'ini geçmişse, hımm, öyle mi, bayağı yaşı da varmış, hasta mıydı, kurtuldu, deyip, içimiz vicdanımız rahat ötelere yolcu ederiz yakınlarımızı.

Oysa ölüm hangi yaş olursa olsun aynı. Genç veya yaşlı fark etmiyor.  Hatta yaşlandıkça ötedeki hesap daha çetin, daha ağır. O yüzden ömrün de, ölümün de hayırlısını dilemek lazım.

Zira hadis-i şerifte, kemal yaşına erdikten sonra dünya hayatı sona erenlerin, yapamadıkları iyilikler sebebiyle ilâhî huzurda bahanelerinin kalmayacağı şöyle ifade edilmiş:
“Allah Teâla altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır.” (Buhârî, Rikâk, 5).

Sonuçta giden geri gelmiyor. Burada bıraktığı izler gün geçtikçe silinip gidiyor ve bir müddet sonra sanki hiç yaşamamış gibi oluyor.

Daha düne kadar konuştuğun, dertleştiğin, sevincine hüznüne tanıklık ettiğin biri, bir anda hayatının ortasından çekip gidiveriyor.

Ve bir gün aynısı sana da olacak biliyorsun. İşte bunu düşününce insan kendisine konduramıyor.

Ama bil ki, yaşlandıkça senin ölümün de insanlara çok normal gelecek, ardından iki göz yaşı dökecekler, bir iki yad edecekler, sonra belki de kurtuldu, diyecekler ve bir süre sonra sen hiç olmamışsın gibi hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekler. İçleri acısa da, rahmetli kaç yaşındaydı, çok da genç değilmiş, sorusu üzerine, üzüldüklerini bile belli edemeyecekler belki de geride bıraktıkların. Doğru ya, genç olana üzülünür ama yaşlı ise ölüm çok normaldir toplumun geneline göre.

Belki de, "Lezzetleri acılaştıran ölümü sıkça düşünün." beyanının farkında olmadığımız için ölümü sadece yaşlanmış insanlara has zannediyoruz. İsyan da orada başlıyor, belki kırılma noktası da.

Genç birine konduramıyoruz, ölüm ona yakışmadı, diyoruz isyana girdiğimizi fark etmeden.

Oysa ölüm genç veya yaşlı ayırmıyor ki. Hepimiz misafiriz şu dünyada ve hiçbir şey bizim değil. Yavrularımız da, eşlerimiz, anne babalarımız da. Hiçbir sevdiğimiz kalıcı değil.

Düşünecek olsak, yaş almış insan daha zor ayrılıp gitmez mi şu dünyadan? O kadar alışmışken, o kadar emek harcamışken, bağlanmak için o kadar çok sebebi varken insan bırakıp gitmek ister mi?

Nitekim Allah Resûlü (sas), insanın yaşlanması ile birlikte dünya sevgisinin ve uzun emelinin genç kaldığını bildirerek şöyle haber vermiştir:

"Yaşlının kalbi, iki şeyde genç kalmaya devam eder: Dünya sevgisinde ve uzun emeldedir."
"Ademoğlu yaşlanır, onunla birlikte mal sevgisi ve uzun ömürlü olma arzusu artar." Buhari, rikak, 5

Çünkü insan yaşadıkça bulunduğu yerde daha çok kök salar ve kolay kolay gitmek istemez. Genç bir ağacı ya da filizi koparmak, derinlere kök salmış bir ağacı koparmaktan daha kolaydır.

Ama bizler, gençken, yaşlılara bakarak, ölümün onlar için daha normal olduğunu zannederiz. Hadisteki beyan hiç aklımıza gelmez. Oysa ne kadar önemli bir tespittir hadiste dikkat çekilenler. Hem sosyolojik hem de psikolojik olarak incelenmesi gerekir bence.

İnsan aciz kalmasa gerçekten hiçbir yaşta ölümü istemez, normal görmez. 

İşinin ehli, sevgili can yarım, karındaşım da şöyle demişti bana geçenlerde, adeta ders verir gibi:
"Allah insanlara yaş aldıkça ya hastalık verir, ya güçlerini alır ellerinden, ya gözlerinin feri gider, dizleri, ayakları tutmaz, gitgide bedenleri zayıflar, hiçbir şey olmasa aciz hale düşerler, hatta belki başkalarına muhtaç olurlar. Ve böylece ölüm hem kendilerine hem de etraflarına bir teselli, bir şifa gibi gelir. Öyle olmasaydı, kimse ölümü düşünmezdi bile."

Ayetlerde de bunu açıkça belirtir Yüce Mevlâ:

"Sizi Allah yarattı. Sonra da sizi O öldürecek. İçinizden kimi bilgi sahibi olmasından sonra çocuk gibi, bir şey bilmesin diye- ömrün en fena dönemine vardırılır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeye kadirdir." Nahl, 70

"Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız, bilin ki: Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra (rahim cidarına) yapışan bir hücreden, sonra esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmış, ama bütün azalarıyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki, kudretimizi size açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana rahminde durdururuz. Sonra da sizi bir bebek olarak dünyaya çıkarırız. Sonra güç kuvvet kazanıncaya kadar sizi büyütürüz. İçinizden kimi henüz çocukken öldürülür, kimi de hayatın en düşkün biçimine götürülür. Öyle ki daha önce bildiği şeyleri bilmez hale gelir. Yeri de kupkuru görürsün, ama oraya Biz su indirince çok geçmeden kıpırdanır, kabarır da gözü gönlü açan her güzel çiftten nice nebat bitirir." Hac, 5

"Allah o kadirdir ki sizi bir zaaftan yaratmakta, sonra zaafın ardından bir kuvvet yaratmakta, müteakiben kuvvetten sonra bir zaaf ve ihtiyarlık yapmaktadır. O dilediğini yaratır. Her şeyi bilen, her şeye kadir olan, yalnız O'dur."
Rum, 54

Sevgili dost sen hep ömrün hayırlısını iste. Bil ki, sağlığının ve geçen yıllarının kıymetini bilen bir yaşlı, güzel bir insandır.

Zira Sevgili Peygamberimiz (sas), “İnsanların en hayırlısı kimdir?” sorusuna cevaben “Ömrü uzun, ameli güzel olandır” buyurmuştur(Tirmizî, Zühd, 21.).

Bunu bil. Ölen yaşlılar için, zaten çok uzun yaşamış, normal, deme. Ötede vereceği hesabı düşünüp daha çok dua et. Daha çok an.

Ve sen de hem kendin , hem sevdiklerin için  hayırlı, salih amellerle dopdolu geçmiş, ardında güzel izler bırakmaya vesile olmuş bir ömür iste.

Ama yaşlanıp aciz hale düşmekten de Allah Rasûlü'nün şu dualarını vesile kılarak Allah'a sığın:

“Allahım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten... sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 50)

“Allahım!... İhtiyarlığın bunaklığına (erzeli’l-ömr) düçar olmaktan sana sığınırım” (Bûhârî, Cihad, 25)

Amin.

Yorumlar

  1. Ne güzel yazmışsın yüreğine saģlık canım benim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

En Güzel Mevsim

Mükâfat Beklentisi

Bir Veda.. Bir Muhasebe..