Sınanmadan Bilemezsin
"Sınanmadığın bir acı üzerinde konuşmak her zaman kolaydır..."
....
Bir zamanlar böyle bir not düşmüşüm, satır aralarında kalmış. Kim bilir hangi düşünceyle, hangi saikle zihnime oradan da kalemime gelmiş, yer edinmiş. Ve bir iz olarak kalmış..
Uzaktan davulun sesi hoş gelir, derler ya. Ha, bir de bekara boşanmak kolay gelir, diye de bir söz var.
Aslında her şeyde böyledir bu. Konuşmak, boş keseden hava atmak hep kolaydır.
Başkasının çoluğu çocuğu hakkında ileri geri konuşmak. Başkasının dünya görüşü, ibadeti, kulluğu hakkında konuşmak. Başkasının hatalarını, kusurlarını kendine dedikodu, gıybet malzemesi yapmak kolaydır. Başkalarını ayıplamak da kolaydır, itham etmek de. Hatta başkalarını suçlamak da kolaydır, ceza kesici olarak kendimizi gördüğümüzde.
Oysa aynı yerden yara almayan birbirini anlayamaz, der Mevlana.
Ve hiç kimse henüz karşılaşmadığı bir imtihanın, bir fitnenin ya da bir günahın masumu değildir.
İblis'i şeytan yapan da Adem (as) değil midir? Hz. Adem yaratılmasaydı, o da o büyük imtihana maruz kalmayacaktı. Ve yıllarca böyle bir şeyin başına geleceğini bilmeden yaşadı, kendince kulluk etti. Belki aklına bile gelmedi bir gün kayacağı.
İmtihanlar iki şeye sebep olur hayatta. Ya içimizde bulunan cevher, dayanma veya sabır gücü ortaya çıkar. Kulluk mertebesinde bir anda yükseklere çıkarır, sahip olunan iman nispetinde. Ya da içimizdeki şeytanı uyandırır, körükler ve isyan ettirir her şeye. Neden ben, neden her musibet, sıkıntı benim başıma geliyor, dedirtir. Sorgular. Kulluğu sorgular, itaati sorgular. Oysa bilmez ki herkes gücü nispetinde imtihan edilir. Dayanamıyorsa takva azığını eksik hazırlamış demektir.
Evet. İnsan elbette başına ne geleceğini, sınav sorularının nereden seçildiğini bilemez. Herkesin ki başkadır çünkü. Ama gelmeden hazırlıklı olmak da biraz kendi elindedir insanın.
Henüz aynı yerden sınanmadan, olayların arka planını bilmeden başkalarının acısı üzerine konuşmak yerine, bana olsaydı ne yapardım, diye kafa yormak gerekir belki de. Tabii ki kendini yüceltip, temize çıkarmadan. Ben nasıl olsa geçerim, demeden. Çünkü imtihan gelince, sallamadan geçip gitmez. Ta ki sararan bütün yapraklar düşene kadar.
Ve hazırlıksız yakalananın ise vay haline..
Ama iman silahını sağlam kuşanır, takvayı da kendisine azık edinirse insan, acılara, imtihanlara karşı baş etme ya da sabretme gücünü kendiliğinden kazanır.
Nitekim Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
"Sabır imanın yarısı, Allah'ın her türlü hükmüne gönülden teslimiyet de îmanın tamamıdır."
(Camiüssağir-5130)
....
Böyle desek de, hangi zamanda başına ne geleceğini bilemez insan. Bu da imtihanın başka bir sırrıdır.
Geriye bakınca anlar ancak. İleriyi bilemez. Kaç sene sonra nelerle boğuşacağını kimse kestiremez.
Aynı, o sözü bir zamanlar karalayan benim gibi. Sonrasında ne acılar yaşandı, şu gözler neler duydu, şu kulaklar neler işitti? Oysa o sırada aklımın ucundan bile geçmezdi.
Evet bir çok şeyle sınandım. Sınanıyoruz. Geçebildim mi bilmiyorum.Tek bildiğim, her ne gelirse O'nun izniyledir. Ne diyor ayeti kerime:
"Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir, hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder."
Şûra, 30
Hâlâ bilmiyorum başka nelerin beni beklediğini? Karşımıza neler çıkacak, sınanmadan konuşmak zor. Ama sınandıktan sonra ise daha da zor. Çünkü acının nasıl içini yaktığını ancak o zaman anlayabiliyorsun. Ve asıl en can alıcı olan da, bir gün mezara girdiğinde neler olacağını, girmeden, o hesabı görmeden bilemezsin..
...
Şimdi acının bir çok rengi ile sınandığım şu vakitte, imkanım olsa geçmişe gidip, o iki satır yazıyı yazan Ayşegül'ün başını okşamak, başına ne çok şey gelecek ama inancına sarılırsan atlatırsın, sakın üzülme, iyi olmaktan vazgeçme. İyiliği yaymaktan vazgeçme. İçinde yanan mumun sönmesin sakın izin verme, demek isterdim.
Ama gelecekteki Ayşegül olarak şimdi diyorum kendime. Henüz sınanmadığın bir çok şey var. Acısı, imtihanı hakkında da bir şey diyemem. Çünkü daha yaşamadım. Ama gel, tevekkülden, teslimiyetten vazgeçme. Sakın nefsine uyma. Rabbine dua dua yalvar ve de ki:
"Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak, bundan dolayı bizi sorumlu tutma!
Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!
Ey Rabbemiz! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma!
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize! Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize!"
Bakara, 286
-Ayetin kısa tefsiri:
Bu hitap günahkârlaradır. Fakat gösterecekleri sabır sayesinde yüksek derecelere ulaştırılmak gibi sebeplerle, günahkâr olmayanların başlarına gelen musîbetler de yok değildir.
Müminlere gelen sıkıntılar, onlar için keffarettir. Allah’ın dinine hizmet için çalışan kimsenin çektiği sıkıntılar ise, onun sadece günahlarına keffaret olmakla kalmayıp aynı zamanda Allah katındaki derecesinin de yükselmesine vesiledir. Dolayısıyla öyle bir zatın, günahlarının cezasını ödediğini düşünmek çok yanlıştır.
Canım Hocam, ağzınıza, yüreğinize sağlık 🌷
YanıtlaSil