"Okuyup derin derin düşünmeyen kimseye yazıklar olsun."


"Okuyup derin derin düşünmeyen kimseye yazıklar olsun."

Bu ifadeler Hz. Peygamber'in Âl-i İmran sûresinde yer alan bazı ayetler için söylemiş olduğu hadisi şerifte yer alıyor.

Bakıldığında çok ciddi bir ikaz dikkat çekiyor hemen.

Bahsi geçen ayetler nedir, diye soracak olursak, bunlar Âl-i İmrân sûresi 190-194. âyetleri olduğu karşımıza çıkar.

Farklı farklı rivayetlerde 190-191, 190-194 veya sûrenin son ayetleri şeklinde geçer. 

Peki böyle bir ikazın yer aldığı bu âyetler hakkında bilgimiz var mı? Veya ne kadar biliyoruz?
Hz. Peygamber ikaz etmişse muhakkak önemli bilgiler de içeriyor demektir.
Bakalım öyleyse..

اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ

"Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır." 190

اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

"Onlar ki Allah'ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: “Ey Yüce Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!" 191

 Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu âyet-i kerîmeler nâzil olduğunda; “Vallâhi, bana öyle âyetler indi ki onları okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!” buyurmuşlardır. (İbn-i Hibbân, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV, 157)

Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Peygamberimiz bir gece Âl-i İmran suresinin son on ayetini gözyaşları içerisinde okur ve "Bu ayetleri okuyup derin derin düşünmeyen kimseye yazıklar olsun!" buyurur. Yine Ebu Hüreyre'den gelen bir rivayette, Peygamberimiz'in her gece bu son on ayeti okuduğu haber verilmiştir.
(İbn Kesîr, Tefsîr, I, 440-441.)

Müslim’de yer alan ve yine İbn Abbas’tan nakledilen diğer bir rivayette ise şu bilgilere yer verilmiştir:

“Hz. peygamber -bir gece- gecenin sonuna doğru kalktı, göklere baktı ve ardından Al-i İmran suresinin 190-191. ayetlerini okudu…” (Müslim, Sivak, h.no. 256).

Nesai’deki -İbn Abbas’tan gelmeyen- bir rivayette “Hz. peygamber göklere baktıktan sonra Al-i İmran suresinin 190-194. ayetlerini okuduğu” bildirilmiştir.

Rivayetlerde, “göklere baktı ve ardından Al-i İmran suresinin 190-191(Müslim) veya 190-194 (Nesai) ayetlerini okudu.” ifadesine yer verilmiş ki, bu özel bir tefekkür durumuna işaret etmektedir.

Âyetlerin devamı şöyledir:

رَبَّنَٓا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ

"Ey Yüce Rabbimiz! Sen kimi ateşe koyarsan, muhakkak onu rezil edersin. Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur! ” 192

رَبَّنَٓا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّاۗ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ

“Rabbena! Biz, imana çağıran ve “Rabbinize inanın! ” diye tevhide dâvet eden bir zatı duyduk ve icabet ettik. Artık Sen bizi affet, kusurlarımızı bağışla ve iyilerle birlikte bizim canımızı al" 193

رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ

"Rabbena! Resullerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin mükâfatları bize lütfet, bizi kıyamet günü rezil ve perişan eyleme. Sen asla sözünden dönmezsin!" 194

Görüldüğü üzere ayetler iki kısımdan ibaret. İlk kısımda akla ve tefekküre vurgu var. İkinci kısımda ise akıl ve kalp bütünlüğüne ermiş insanların dua hali göz önüne serilmekte.

Hemen yan sayfanın başında bulunan âyet-i kerîme ise bu duanın peşin karşılığı gibidir, hatta gibiden de öte cevabıdır bir nevi.

"Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu: “Sizden gerek erkek, gerek kadın, hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur. Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel ödüller Allah'ın yanındadır." Ali İmran, 195

Şüphesiz Kur'an insanlara önlerini aydınlatmak, yollarını kaybetmesinler diye ışık tutmak üzere, bir yol gösterici olarak indirilmiş muazzam bir kitaptır.

Alemlerin Rabbi olan Allah’ın azametini, rahmetini, kudretini, merhametini, gücünü ondan başka hangi kitap daha iyi anlatabilir? Hangi kitap şu kainatı bize daha iyi tanıtabilir? Hangi kitap çaresiz kaldığımızda bize merhem olabilir?

Ve yine hangi kitap haksızlığa uğradığımızda, kurulacak büyük bir mahkemenin varlığı ile bizi teselli edebilir veya ölümün soğuk yüzü karşısında öteler ötesinde sonsuz bir hayatın bizi beklediğini müjdeleyebilir?

İşte Allah'ın birliğini, yüceliğini ve sonsuz kudretini kabul ettirmek için insanı gökler ve yer hakkında düşünmeye sevk eden bu ayetler, Allah'ın kitabında yazılı olan delillerini okuyup düşündükten sonra, onu bir de bu uçsuz bucaksız kâinat kitabını okuyup tefekkür etmeye çağırmaktadır.

Çünkü insana verilen en büyük nimetlerin başında akıl ve düşünme nimeti gelir. Aklını kullanan kişi, tefekkür sayesinde Rabbine ulaşmanın yollarını da bulacak ve O'na yakın olabilmek için neler yapması veya neler yapmaması gerektiğini öğrenecektir ki bu bilgiyi bize aktaranlar da peygamberler ve getirdikleri vahiydir. 

Akıl ve vahiyi iki elçi olarak gören Ragıp el-Isfahani şöyle der:
"Akıl olmasaydı din yaşayamazdı, din olmasaydı akıl şaşkın kalırdı. Onun için Allah Teâlâ bu ikisini 'nûr üstüne nur' buyurarak (Nûr 24/35) birbirine bağlamıştır.” (Zerîa ilâ mekârimi'ş-şerîa, s. 207)

Peki ya insan bu iki nurdan da mahrum kalırsa? Ya da iki nuru yeterince kullanmazsa? Verilen aklı boşa harcayıp, vahiyleri de hayatına düstur edinmezse imanı kamile ulaşması mümkün olmaz. 

Bişr bin Hâris el-Hâfî Hz leri de bahsi geçen ayetler hakkında şöyle der:
“İnsanlar Allah Teâlâ’nın azametini hakkıyla tefekkür edebilselerdi,
O’na isyân edemez ve günah işleyemezlerdi.”
(İbn-i Kesir, Âl-i İmrân, 190. ayet tefsiri)

Evet..
O'nu hakkıyla tanıyan, O'nu hakkıyla sever..
O'nu gerçekten seven de O'nu razı etmek ister ve dediklerini tasdik eder, isyan etmez.
Yap, dediklerini yapar; yapma, dediklerini de yapmaz.

Şüphesiz gerçek seven, sevdiğini üzmez..
Vesselâm...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

En Güzel Mevsim

Mükâfat Beklentisi

Bir Veda.. Bir Muhasebe..