Nimet ve Şükür
Fussilet Sûresi 46. âyeti kerimede şöyle buyurur Âlemlerin Sultanı (cc):
"Kim sâlih amel işlerse kendi iyiliğinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi zararınadır. Yoksa Rabbin kullarına kesinlikle zulmetmez."
Yani insan ne ederse kendine eder. Yapılan her bir iyilik şüphesiz Allah katında çok kıymetlidir ve sahibine illa ki hayır olarak dönecektir. Yapılan her bir kötülüğün zararı ise, o anda farkında olmasa bile, belki bu dünyada, belki de öte dünyada yine insanın kendisinedir aslında.
Yine insanoğlu çoğu zaman olayların arka planına akıl erdiremez. Dünya hayatının geçici ve başa gelen ne varsa, iyi veya kötü, imtihan sebebi olduğunu unutur. Kazandıkça daha da kazanmak ister. Ne kadar çok şey elde etse, yine de istekleri bitip tükenmek bilmez. Büyük bir iştahla arzular dünya nimetlerini. Oysa hepsi geçici bir meta ve oyalanma değil midir?
Hep bana, hep bana, der. Hiç yorulmaz, bıkmaz. Dahasını ister. Lakin küçücük bir sıkıntı, bir musibet veya zarar değse feryad figan edip ağlar. Ümitsizliğe düşer. Oysa dünya yolu zikzaklı, engebeli, düşe kalka yürünen bir yoldur ne yazık ki.
Ne güzel ifade eder ilahi kelâm insanın bu gelgitli halini:
"İnsan, nefsi hesâbına iyi ve güzel şeyler istemekten usanmaz. Kendisine bir kötülük dokunduğunda ise ümidini büsbütün kaybeder, üzüntü ve karamsarlık hâli yüzünden okunur.
Başına gelen kötülükten sonra ona tarafımızdan bir rahmet tattıracak olsak, bu defa da: “Bu, zâten benim hakkımdır. Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Ama olur da Peygamber’in haber verdiği gibi kıyâmette Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam bile, mutlaka O’nun yanında benim için bundan daha güzeli vardır” der.
Hayır, biz o kâfirlere dünyada yaptıklarını haber verecek ve onlara kesinlikle pek şiddetli bir azap tattıracağız."
Fussilet, 49-50
Bu böyledir. Ne yazık ki insan çoğu zaman nimeti asıl vereni unutur. Elde ettiği her şeyi kendi başarılarına ya da şahsına bağlar. Ben yaptım, ben kazandım, ben başardım, dedirtir nefis sürekli. O yüzden nimetler içinde yüzerken fark edip de şükrünü eda edebilmek gerçekten zordur ama çok kıymetlidir.
Yüce Allah şöyle anlatır insanın şükürsüzlüğünü:
"Biz ne zaman insana bir nimet versek, kibirle gerçeği kabulden uzaklaşarak o nimeti veren Rabbine şükürden yüz çevirir. Başına bir kötülük gelince de uzun uzadıya yalvarır durur." Fussilet, 51
Sanki dua sadece musibet ve zarar anındadır. Vereni hatırlamak için illa kaybetmek mi gerekir? Ne çare ki nefis kibri ile gözü o kadar kapatır ki insan hakikati göremeyecek hale gelir.
Ve sûrenin son kısmında Âlemlerin Rabbi ikaz eder kullarını :
"Yakında biz onlara hem dış dünyada hem de insanların kendi iç âlemlerinde âyetlerimizi göstereceğiz; tâ ki Kur’an’ın gerçeğin tâ kendisi olduğu onlar için de gün gibi ortaya çıksın.
Aslında, Rabbinin her şey üzerinde şâhit olması ve her şeyin O’na işaret etmesi en büyük delil olarak yetmez mi?" Fussilet, 53
Amenna ve saddakna..
Bilakis.. Elbette yeter Ya Rabbi!
Senin ayetlerin her yerde, her hadisede, en küçüğünden en büyüğüne kadar, her bir varlıkta apaçık, ayan beyan..
Lakin nefis söz dinlemez..
Nimetleri de, ayetleri de gören gözler nasip eyle..
İçimizde sürekli kötülüğün, nankörlüğün, şükürsüzlüğün ve kibrin ateşini körükleyen nefisten de muhafaza eyle.
Yorumlar
Yorum Gönder