Varlık ve Nimet
İnsanoğlu çoğu zaman varlık içinde yaşayanlara bakıp imrenir. Hatta bazen o dereceye gelir ki bu imrenme, başkasında olana haset etmeye başlar. Neden bende yok, diye.
Oysa bilmezler ki varlığın imtihanı, çoğu zaman yokluğun imtihanından daha zordur.
Zira insanların çoğu, her ne kadar başkalarına imrenseler de, sıkıntı anında bir şekilde dayanıp, sabrederler veya olanı kabullenirler. Hayat bir şekilde akmaya devam eder. Elde avuçta çok bir şey yoktur belki ama aç, açık da değildir.
İşte bu şekilde kıt kanaat geçinen bir kişi, zengin olup da para pul içinde yüzmeden, müsrif olup olmayacağını bilemez. Çünkü henüz bunu tatmamıştır. Tarihin kaydettiği nice sonradan görmeler vardır ki, fakirken bir anda kazandıkları malları, servetleri ahiretlerini kaybetmelerine sebep olmuştur.
Yine bunun gibi, sağlıklı bir insan da elindeki afiyet ve sağlık hazinesini sağlığını kaybetmedikçe anlamaz. Her gün yeniden uyanmak, nefes almak, yemek içmek, kolayca yürümek, hareket etmek rutine dönmüştür çünkü. Nefes borusuna kaçan küçücük bir lokmacık, rahat nefes alabilmenin kıymetini hatırlatır bir anda.
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil" diye ikaz eder Allah Rasulü (sas) asırlar ötesinden, içindeki bu hastalığa tedavi olsun diye:
"İhtiyarlığından önce gençliğini,
Hastalanmadan önce sıhhatini,
Fakirliğinden önce zenginliğini,
Meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve
Ölümünden önce hayatını!” (Buhârî, Rikāk, 3; Tirmizî, Zühd, 25)
İşte insanoglu.. Nedense sahip olduğu nimetlerin çoğunun farkına varmaz. Ve nimetler varken değil, nedense kaybedildiginde daha bir değer ve anlam kazanır. Ama bunu düşünmek o anda pek mümkün olmaz. O yüzden belki de, elinde olana gereği kadar şükreden kul pek azdır.
Ne güzel buyurur Allah Rasulü (sas):
“Müminin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
Demek ki ey nefsim, yoklukta sabreden, varlıkta da şükreden kul kazanır ancak şu dar-ı dünyada.
Fakat her haline razı olmak ve elindekinin kıymetini bilmek de her kişinin harcı olmasa gerek vesselâm.
Yoksa imtihanın ne mânası kalırdı ki?
Yorumlar
Yorum Gönder